Tekne,
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Ahmet kaptan köşküne çıktı. Güneş ufukta belli belirsiz kızıl bir çizgiye dönmüştü. Az sonra gökyüzü karanlığa bürünecekti. Dünya nerdeyse yarım tur atana kadar, tekne karanlığın içinde yol alacaktı. Konsolda ki navigasyon cihazı Girit Adasının güneydoğu kıyılarının otuz beş mil kadar açıklarını gösteriyordu. Girit Yunanistan'ın en büyük adasıydı. Ege denizinin güneyinde ince bir yay gibiydi, Avrupa'nın ilk uygarlıklarından Minos krallığının anavatanı. Adayı kuzeyden geçip İyon Denizine açılmak sabahı bulucaktı. Sonra düm düz bir rotayla Calabria kıyıları; Teknenin son durağı, sevkiyatın sevkiyatın sona ereceği yer.
Kaptan tezgahı toparlarken, Farzaan'a İtalya'da ne yapacağını sordu. ''Garsonluk, işçilik, araba yıkama ne iş olursa'' dedi Farzaan. ''Peki ya sonra''dedi kaptan.
''Hayatını bu işlerle devam ettiremezsin, bak bana tutulduk bir hayalin peşine sonumuz ne oldu. Yoksa bir gün benim gibi ortalıkta sürünürsün. En azından benim bir mesleğim var. Sende oda yok. Daha büyük düşünmelisin, küçük işlerin peşinde koşmamalısın.''
''Bel ki kuzey Avrupa ya giderim. Orada daha iyi bir iş daha iyi hayat kurabilirim kendime, Norveç ve ya İsveç olabilir.''
''Oralar iyidir, insana değer verirler orada. Irkıçılık yoktur, ayrımcılık yok. Geçen gazetede gördüm bakan bile kuyrukta sıraya giriyor orada. Önemli olan kuyruğun olması değil, kuyrukta adalet olmasıdır.''
Sirya yatağına uzanmış, gözlerini alçak tavana dikmişti. Ailesini düşünüyordu. Günlerdir cephede ki kardeşi ve babasından tek bir haber alamamıştı. Gözlerinden yaşlar süzülüp, yanaklarında kuruyordu. Bu koca denizin ortasında ne yapıyordu, nereye gidiyordu. Büyük bir boşluğun içine düşmüş gibiydi. Umutsuzluk bütün karanlığıyla etrafını sarmıştı. Güzel şeyler düşünmeye çalıştı. Paris'i, ışıklı caddeleri, kocaman binaları, Eiffel kulesini. Pastanede servis yaptığını, ya da bir kuaför salonunda çalıştığını. Bel ki evlenirdi orada. Yakışıklı bir kocası olurdu, güzel çocukları. Yada üniversite okurum diye düşündü. Liseyi bitireli iki yıl olmuştu, devam edebilirdi. Yatağın altında ki çantasına uzandı. Çantanın içinde ki bir kaç parça giysinin arasında ince hırkasını bulup çıkardı. Hava sıcak olmasına rağmen biraz üşüdüğünü fark etti. Hırkayı üstüne geçirip kamaradan dışarı çıktı. Dar boğunuk kamarasından çıktığında daha iyi hissetti kendini. Bir kaç dakika önce ağladığını, ve yardıma muhtaç duygusal ruh halini kimseye göstermek istemezcesine hızlı adımlarla güverteye çıktı. Gökyüzü ışıl ışıldı, yüzlerce yıldız dolunayın etrafını sarmıştı. Bir an yalnız olmadığını hissetti. Her şey daha berrak ve aydınlıktı şimdi.
Saat sabahın on biriydi. Hararet göstergesinin ibresi bir anda yukarı fırlamıştı. Ahmet durumu geç fark etti. Kaptan onu bu konuda uyarmışsa da Ahmet İbreyi göz ardı etmişti. Ayağı kalkıp kanepede uzanmış olan kaptana seslendi, ''Gelsen iyi olur kaptan, şuna bir göz at''. Kaptan ağır hareketlerle yerinde doğruldu. Ayağı kalkıp uyandırılmasından hoşnutsuzluğunu belli edercesine yürüyerek kaptan köşküne çıktı. ''Hararet yapıyor olabilir'' dedi Ahmet göstergeyi işaret ederek. Kaptan motoru rölanteye alarak ibrenin düşmesini bekledi. Uzun süredir yüksek devirde hareket ediyorlardı. İbre eski haline dönmeyince kaptan motoru durdurdu.
Yaklaşık yirmi dakikalık bekleyişten sonra, kaptan ''Hadi çalıştıralım bu canavarı'' diyerek kontak anahtarını sağa doğru çevirdi. Motorda hiçbir hareket yoktu. ''lanet gelsin senin gibi makinaya, çalış ulan çalış''. Kaptan çocuğuna öfkelenip sonra öfkesini ondan saklayan babalar gibi, parmaklarını ahşap kaplamaya hafifçe vurarak ''hadi kızım, göster kendini'' derken, kontağı yeniden çevirdi. Yine motorda en ufak bir yaşam belirtisi yoktu. ''ne yapacağız'' dedi Ahmet fazla telaş yapmadığını göstermeye çalışarak. Kaptan koltuktan kalkıp merdivenlere doğru yöneldi. ''Ben bir aşağıya bakayım, motorda arıza olabilir.''
Tezgahın hemen önünde ki kulpu kavrayıp motorun olduğu bölmenin kapağını kaldırdı kaptan. Kapağın iki yanına elleriyle yüklenerek iki metal merdiveni inerek bölmenin içine girdi. Ağzında ki feneri eline alıp motorun sağını solunu incelemeye başladı. Yakıt borusu tamamdı, karbüratörde de arıza görünmüyordu. Tekrar yukarı çıkıp ''Fazla ısınmış olabilir, soğumasını bekleyelim. Sonra bir daha çalıştırmayı deneyeceğim.'' Dedi. ''Ya çalışmazsa'' dedi Ahmet öfkeli bir tonda. ''Başka çaresi yok ya, çalıştıracağız bir şekilde'' diye söylendi kaptan. Herkes gerilmişti, Renzo elini kamaranın dış kapısına sertçe bir tokat atarak, İtalyanca lanetler yağdırıp küfür ede ede dışarı çıktı. Ahmet bir anda olduğu yerde donup kaldı. Ufak bir şok geçiriyordu. En kötü ihtimalleri aklından geçiriyordu. Hafif adımlarla yavaşca kanepeye oturdu. Dirseklerini dizlerine yerleştirip, elleriyle bütün yüzünü kapattı. Sağlıklı düşünemiyordu. Eğer motor hiç çalışmazsa yardım çağırmalıyız diye geçirdi içinden. Malları denize döker hiçbir kanıt bırakmazlardı. Peki ya mülteciler, onlardan nasıl kurtulacaktı. İnsan kaçakçılığından tutuklanacaktı bu sefer. Ya da denizin ortasında haftalarca açlık ve susuzluktan ölecekti. Kafası iyice karışmıştı.
Farzaan ve Sirya tezgahın karşısındaki kanepede kuzu gibi oturmuş sorunun çözülmesi için içten içe dua ediyorlardı. Kaptan dümenin hemen sağ tarafında ki küpe kilidine benzer bir anahtarı sağa doğru çevirip motoru çalıştırmayı denedi. Anahtarı her çevirdiğinde tık sesini duyuyordu, sonra motoru çalıştırması gereken akım kayboluyordu.
Kaptan yeniden motorun yanına inip, motorun her tarafını iyice yağladı. Küçük mavi bir kapağı açıp içine plastik bir mataradan su ekledi. ''Artık çalışması gerekir'' dedi. Ancak kaptan umutsuz görünüyordu. Yukarı çıkıp anahtarı tekrar çevirdi. Ama nafile, motorda en ufak bir hareket yoktu. Ayağı kalkıp kafasını sinirle kaşıyarak aşağı indi. ''Bir de ben bakayım'' dedi AHmet. ''Otobüslerin motoruyla çok uğraştım, biraz anlarım bu işlerden''. ''Geç bakalım, şansını dene'' dedi kaptan el fenerini uzatarak. Ahmet el fenerini alıp merdivenleri indi kafasını iyice eğip motorun ısısına baktı. Motor soğumuştu. Kabloları teker teker yoklayarak kontrol etti. ''bujilerde de sıkıntı yok'' dedi kendi kendine. Kafasını kaldırdı ve gözleri kamaranın içinde kaptanı aradı. Kaptan dümenin başında oturmuş kara kara düşünüyordu. Diğer yandan bir duble viski hazırladı kendine. Ahemt yüksek bir sesle:
''Kontağı aç kaptan''
''Tamam bekle, Çeviriyorum...''
''Çevirdin mi kontağı''
''Eveet''
Ahmet yukarı çıktı. Viski bardağını alıp merdivenlerden inen kaptana ''Motorda sıkıntı yok gibi. Ama akım gitmiyor. Muhtemelen Ateşlemede sıkıntı vardır. Kontak güç iletmiyor olabilir motora.'' dedi
Bir saatten fazla olmuştu motor duralı. Herkeste umutsuzluk gittikçe artıyordu. Renzo hepsinden daha fazla gerilmişti. Ellerini yüzünde gezdirdikten sonra Ahmet'in yanına yaklaşıp ''durum nedir'' diye sordu. ''Kontak bozulmuş ama, motor sağlam eğer motoru çalıştırabilirsek devam edebiliriz.''
''Eğer dediğin gibiyse, o halde el yordamıyla çalıştıracağız bu zıkkımı. Bu sefer de çalıştıramazsak hapı yuttuk demektir'' dedi kaptan. Tezgahın altında ki çekmeceden mavi tomak halinde ip yığınını çıkardı. Son bir umut homurdanarak motorun başına indi. Akünün bobine benzeyen vola isimli demir çıkıntısına ipi birkaç tur sararak hızlıca çekti. Motor bir traktörün marşına basılmışçasına bir iki saniye kadar, bir boğa misali öksürüp sonra tekrar durdu. Bu başarısız denemenin ardından, motorun verdiği tepkiyle herkesin gözlerinde birer parıltı görüldü. Kaptan ipi tekrar dolayarak bir daha asıldı ipe. Motor güçlü bir homurdanmadan sonra rölantide çalışmaya başladı. Ahmet derin bir nefes çekti. Sirya ve Farzaan iştahla gülümseyerek ''bravo kaptan'' der gibi aynı anda alkışlamaya başladılar. Kaptan yukarı çıkıp kapağı yavaşça yerine oturttu. El fenerini söndürüp, hırıltılı bir kahkahayla dümeninin başına geçti. Bu trajik olay her biri için hayatlarının en kırılgan dönemlerinde, ayrı ayrı dönüm noktası sayılabilirdi. Mutluydular, tekne yeniden hızlanıyordu. Kaptan motorun devrini düşük tutmuştu bu sefer. ''Birkaç saat geç kalmak, hiç gidememekten iyidir'' dedi içinden.
Aradan tam yirmi dört saat geçmişti. İlk gün uzun bir deniz yolculuğu gibi güzel ve umut dolu yeni bir serüvendi teknedekiler için. Son gün ise bitmek bilmeyen, yorucu ve tedirgin bir yolculuğa dönmüştü. Şimdi işin en zor kısmıydı. Farzaan ve Sirya bir an önce karaya ayak basmak, italya'nın kaçak misafirleri olmak için sabırsızlanıyorlardı. Artık bu sıkıcı teknede, yolculuklarının bitmesini istiyorlardı.
ormal%%y܂K
ŞİMDİ OKUDUĞUN
''Cenneti Iskalamak''
General FictionEğer damdan düşer gibi bir travmanın, kaosun, fırtınanın, toz bulutunun ya da karanlığın ortasına düşerseniz, paniklemeyin! Bu bir yanılsamadır. Sadece bütünün parçasıdır, bir kesit, anlamsız bir kafa karışıklığı ya da büyük resmin küçük penceresidi...