Bölüm 22 - Bunalım

624 33 5
                                    

Odama çekilmiş dışarıyı seyrediyordum. Bir ara dayanamamış tekrar inmiş, Meliha ile olumsuz bir olay yaşayıp yaşamadığımızı sormuştum. Annem ise beni açık şekilde geçiştirmiş, sorularımı cevapsız bırakmıştı.

Kitap okumaya çalışmış, odaklanamamıştım. En son Eleanor büyük bir zihin karmaşası içindeydi ve onda, kendimden bu kadar fazla parça bulmam beni rahatsız etmişti. Kendimi daha kötü hissetmeyeyim diye en sonunda kitabın kapağını kapatmıştım. 

Şimdiyse üstümde geceliğim, ellerim bacaklarıma sarılı halde tekli koltuktan dışarıya bakıyordum. Siyah bir karga sokak lambasının üstüne kondu. Varlığımı hissetmiş gibi benden tarafa baktı, sonra da gaklayarak havalandı. Kocaman bir karamsarlık küresinin içine hapsolmuş, siyah camlarından dışarıyı göremez olmuştum. İçindeki hava öyle ağırdı ki bedenimin herhangi bir kısmını hareket ettirmeye çalışsam müthiş bir enerji sarf etmem gerekecek gibiydi. 

Telefonum çaldı.

-Selam! Saat 6.30 oldu. Heyecanlı mısın? Ay, ben senin yerine çok heyecanlandım!

Buse'nin enerjik sesine zoraki güldüm.

-Aslında hiç değilim. Hatta plandan biraz caydım, yarın sabah mı gitsem diye düşünüyorum.

-Yaa, neden ki?

Buna nasıl bir cevap verebileceğimi düşündüm. Teknik olarak büyük bir olay gerçekleşmemişti, sadece kocaman bir soru işareti beynime giden sinir sistemini tamamen kapatmış, başka bilgi aktarımına izin vermez olmuştu. Yani sadece zihinsel bir bulanıklık beni ruh hali olarak böylesine çökertmişti. Bense bunu değiştiremiyor, içine düştüğüm çukurdan çok istesem ve bunu mantıklı bulsam da çıkamıyordum. 

-Pek bir şey olmadı ama kendimi iyi hissetmiyorum.

-Hmm.

Gibi bir ses çıkardı.

-Gelmemi ister misin, yapabileceğim bir şey var mı?

-Yok, teşekkür ederim. Biraz kendi halimde kalsam yeter, yarına kendime gelmiş olurum.

Böylece birkaç cümlenin daha geçtiği kısa bir telefon konuşması yaptık ve telefonu kapattık. Buse'nin de enerjisini düşürdüğümü söyleyen vicdan azabı, siyah dalgalarıma damlayarak karıştı. Ben de daha çok boğulmaya başladım.

-Destina, ben çıkıyorum!

Annemin hemen alt kattan bağırışına ben de ''Tamam!'' diye seslenerek karşılık verdim. Saate baktım. 18.40'tı. 

Dalgınca Ateş'in evini incelemeye döndüm. Bu benim için bir alışkanlık halini almıştı. Üçgen şeklindeki dar ve uzun, küçük çatı kısmına diktim gözlerimi. Küçük penceresinde bir gölge gördüğümü sanmış, sonra bunun yalnızca bir yansıma olduğunu anlamıştım.

Telefonumu kurcalamaya başladım. Babamla olan son mesajlaşmalara girdim. Kendine daha fazla acı arayan bir mazoşistten farkım yoktu. Kötü hissediyorsam daha da kötü hissetmeliydim. 

''Destina. Aç şu telefonunu.''

''Annemi bıraktın bana mı sardın? Ne sesini duymak ne de yüzünü görmek istiyorum. Kendi yararın için benden uzak dur. Nefretimi daha fazla arttırma.''

''Ben senin babanım. Kabul etsen de, etmesen de. Ayrıca yine saygısızlık yapıyorsun.''

''Saygı hak edene verilir. Ve sen hak etmiyorsun.''

Onunla ilgili tüm kötü anılar, bağırış çağırışlar kafamda dönmeye başladı. Küçükken onu severdim, her ailenin bizimki gibi olduğunu sandığım süre boyunca da sevdim. Ama zaman geçtikçe hiddeti arttı. Öfkesi o üstümüze kustukça azalmıyor, aksine çoğalıyordu. Bazen bize neden bağırdığını o da bilmiyordu, farkındaydım. Yine de her seferinde canım yanıyordu. 

Ateş'in EviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin