İyi okumalar...
"Jungkook! Beni bir dinler misin ya?" Kapanan kapıyı durduramadı ama açılması için vurmaya devam etti. "Jungkook diyorum! Ya bir dinlesene beni!" Bir kapı aralandı.
"Bu ne gürültü gecenin üçünde be? İnsanı uykusundan ediyorsun, düşüncesiz herif!" İri yapılı beden yüzünü açık kapıya çevirdi.
"Gir içeri, boş konuşma." Öfkeli görünen çocuk odanın dışına bir adım attı.
"Sen ne biçim konuşuyorsun lan benimle? Sana mı soraca..." Vurmayı bırakmadığı kapı sonunda açıldığında diğer odadaki de susmuştu. İçeridekinin kendisini yakasından sertçe içeri çektiğini hissetti Namjoon, ardından kapı koridorda bir yankı uyandıracak kadar sert kapanmıştı.
"Ne sikim yapıyorsun sen? İnsanlarla dalaşmaya mı geldin buraya?" Namjoon arkasında kalan kapıyı gösterdi.
"Sen niye kapıyı suratıma kapatıyorsun? Partiden de resmen kaçıp gittin zaten. Niye beni dinlemiyorsun?" Jungkook çenesini dikleştirmişti bu sorulara karşılık.
"Peşimden niye geliyorsun ki benim? Bırak, sıkılmışım gitmişim işte. Ne sorguluyorsun?" Diğeri ona doğru bir adım attı. Böylece aralarında bir kişilik mesafe kalmıştı. Kaşları çatıldı diğerine göre kısa kalan çocuğun.
"Sorguluyorum çünkü bilmek istiyorum Jungkook. Partiye gelir gelmez sıkılıp gidecek bir kanıya nereden vardığını merak ediyorum. Bunu da biliyorum çünkü kapıdan girdiğin andan aşağı inip benimle göz göze geldiğin ana kadar gözlerimi senden bir an bile ayırmadım." Mesafeleri biraz daha azaldı. Jungkook başını biraz geriye atmak zorunda kalmıştı onunla göz temasını koruyabilmek için.
"Sana neden bir açıklama yapayım ki? Sen kimsin de..." Karşıdakinin kalın dudakları sertçe onunkilere çarptığında önce kaşları kalktı hayretle. Gözlerini kapatmazken onu itmeyi de akıl edememişti. Kendisini hiddetle öpen adamın göz kapaklarını izliyordu şimdi. Aradan sayamadığı birkaç saniye geçti, Jungkook geriye doğru bir adım attı ve temaslarını kesti.
"Artık senin için biri olduğumu inkar etmezsin belki, hm?"
Soru zihninde yankılandı. Boş duvarlara çarptı, birkaç kez tekrarlandı aynı tonda. Gözleri bir anlığına karanlığı gördü. Kapalı göz kapaklarının usul usul hareket edişini hissediyordu, kirpiklerinin birbirine değişini ve birbirlerinden ayrılışını. Namjoon elini tuttuğunda ve kendi yurt odası ona yabancı bir ortam olduğunda içine bir nefes çekmeyi denedi. Boğazında takılı kalan hava onu boğuyordu şimdi. Elini boğazına götürdü ve Namjoon endişeyle onu belinden kavradı. Kocaman açılan gözleri tavan yerine Jimin'i görünce bir anlığına idrak edemedi ne olduğunu.
"Kook? Kook, iyi misin? Jungkook? Ne oldu?" Öksürerek doğruldu yattığı yerden, daha doğrusu Jimin onu kaldırmıştı zira bedeni başını zor taşıyor gibiydi. "İyi misin? Taehyung!"
Adı bağırılan adamın bitişikteki odadan içeri dalması üç saniye sürmüştü. Üstündeki uyku kıyafetlerini düzeltmeye çalışırken yüzü uykuluydu. Şiş gözlerini ovarak doğrudan Jimin'e koştu Taehyung.
"Ne oldu? İyi misin?" Kral Jungkook'taki odağını koparmadan konuştu.
"Ben iyiyim ama Jungkook'a bir şey oldu. İyi misin Jungkook? Bir şey söylesene. Taehyung su verir misin şuradan?" Bardağı ters çevirip yanındaki küpten biraz su doldurdu içine asker. Prensin titreyen ellerini görünce suyu Jimin'e vermişti ona içirebilmesi için. Dudaklarına yaslanan bardaktan bir yudum alan çocuk başını uzaklaştırdı hızla. Boğuluyor gibi hissetmesini engelleyemiyordu. Nefes aralıklarını kapatacak herhangi bir varlığı yakınında istemiyordu.
"Neyin var? Kabus mu gördün?" diye sordu Taehyung endişeli bir sesle. Kabus, diye düşündü Jungkook. Gördüklerinin kabustan öte bir açıklaması olabilir miydi? Bir rüya değildi, hatta mutsuzdan öte kirli hissediyordu. Kuruyan dudakları acıyordu, ciğerleri acıyordu, kalbi acıyordu. Tahminen birkaç saat öncesinde yaşananları aklından çıkaramıyordu, şu an yaşanıyormuşçasına canlıydı görüntüler gözünün önünde.
Jimin de Taehyung da kralın odasına neredeyse iki büklüm halde daldığında ona ne olduğunu sormamışlardı. Sadece kollarını açmakla yetinmişti Jimin gözleri yaşlı kuzenine. Akıllarında Yoongi'yle epey büyük bir kavga ettikleri, belki de yolları ayırdıkları vardı. O odada Namjoon'un önce Jungkook'u sonra Yoongi'yi karşıladığını, ilişkiyi hiç de döndürülemeyecek bir cümleyle öğrendiğini ve onlara sessiz bir işkenceyi reva gördüğünü komutanla prens dışında kimse bilmiyordu.
Odasına hışımla girdiğinde göz göze gelmişti Namjoon'la. Adam onun odasına neden gelmişti, o içeride değilken içeriye girecek yüzü kimden buluyordu ve nasıl kendi odasıymışçasına rahat olabiliyordu? Bunları sorgulayamadan koridordaki hızlı adım seslerini işitmişti. Namjoon ise onun önüne geçerek kapıya bakakalan çocuğa sırtını dönmüştü. Tam o sırada dalmıştı odaya komutan. O daha Namjoon'u odasından kovamadan yasak ilişkilerini heyet üyesinin oğluna alenen duyuran adama yıkılmış bakışlarını sunabilmişti yalnızca. Tek kelime etmeye cesareti yetmedi. Oysa her seferinde Namjoon'a bağıra bağıra onu etrafta görmek istemediğini söyleyen de heyetin karşısına çıkıp evlilik düşünmediğini belirten de kendisiydi. Şimdi donakalan iki bedenin ortasında keyifli gözlerle komutanın düşüşünü izleyen dev bir çalı vardı. Umursadığını iddia ettiği Jungkook'un titreyen vücudunu görmüyordu bile. Tek odağı, aylardır denediği ancak bir türlü başaramadığı komutanın zayıf karnını bulmuş olmasıydı. Tereddütlü ve buğulu camlara dönen gözlerini bir kez kırpmıştı Yoongi, saniyesinde o gözyaşlarını nasıl dökmeden yok ettiğini kendi de bilmiyordu. Küçük gözlerini kısmış, dikleştirdiği başıyla iri bedene bakmıştı.
"Ee?" diye sormuştu Namjoon gülerek. "Bir açıklama yapacağını sanıyordum." Yoongi hafifçe eğilmişti yanıt vermeden önce.
"Sonunda başarılı oldunuz Namjoonssi." Jungkook bu cümleye karşılık kaşlarını çatmıştı. Ne kastettiğini anlamasına yalnızca bir cümle kaldığını bilmiyordu. "Aylardır beni yıkmak için Jung Hoseok'la yürüttüğünüz plan tutmadı ama zayıf karnımı beklemediğiniz bir anda yakaladınız. Başarınızla yeterince böbürlenebilirsiniz." Prensi göstermişti işaret parmağı kendinden emin bir ifadeyle. "Zira siz değil bu hayatta, bin kere de dünyaya gelseniz onun için biri olamayacaksınız."
Yoongi'nin cümlesi zihninde uyanmadan önce duyduğu cümleyle karışıyor, nefes almayı daha güç bir hale getiriyordu. Tırnaklarını avcuna bastırdı endişe içinde. Jimin onu sarsarken titremesi durmuyordu. Gözleri karardı ancak bayılmadı, bayılsa bu kadar acı hissedemeyeceğini biliyordu.
"Yoongi." Dudaklarından çıkan fısıltıyı odadaki ikili kendisine yapışık durmasa duyamazlardı. "Yoongi'yi çağırın, yalvarırım." dedi zorlukla. Taehyung'un odadan çıkışı da komutanı uyku giysileri içindeyken kralın odasına sokuşu da inanılmaz bir hızdaydı. Endişeli adam dizlerinin üzerine düşüp Jungkook'a yaklaştı.
"Jungkook? Ne oldu? Bak yüzüme, bana bak." Yanaklarını kavrayan elleri tanıyordu, kendisine bakan irileşmiş gözler ve titreyen dudaklar ezberindeydi. Başını ona doğru eğdi. Yoongi kendisinden iri çocuğu göğsüne çekti usulca. Saçlarına birkaç öpücük bırakıp korku dolu gözlerini krala dikti. Jimin fısıltıyla konuşmuştu.
"Kabus gördü sanırım, birden uyandı. Nefes alamıyordu." Komutan onun olanlardan epey etkilendiğini anlayabiliyordu. Sadece gördüğü kabusu bilmemek sıkmıştı canını, sevgilisini rahatlatmak için elinden geleni yapabilmeliydi. Biraz daha sıkı sardı onun bedenini. Üstündeki ince kumaşı ıslatan gözyaşlarını hissediyordu.
"Buradayım." Mırıltısı çok kısıktı, Jungkook'u rahatlattı. "Yanındayım. Hiçbir yere gitmiyorum, seni bırakmayacağım. Seni çok seviyorum. Hiç unutma bunu tamam mı? Bin kez de ölsek, bin kez de doğsak ben hep seni bulacağım."
Arkadaşlar, finale bir adım daha yaklaşıyoruz. Ama unutmayın ikinci kitap var .)
![](https://img.wattpad.com/cover/303807328-288-k542958.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hands Tied¹ ~ Yoonkook
Fanfiction"Seni bırakmam. Bu uğurda ölsem bile seni asla bırakmayacağım." "Sen ölürsen asla kavuşamayız." '𝑻𝒊𝒆𝒅-𝑪𝒓𝒐𝒔𝒔𝒆𝒅' serisinin ilk kitabıdır.