10. Gerçek

129 13 0
                                    

İyi okumalar...


"Jimin!" Arkasından bağıran sese doğru hışımla döndü kral. Sarayın koridorunda öylece kim adını haykırabiliyordu? Görüş alanındaki kuzenine gözlerini irileştirdi.

"Bu ne hadsizlik?" diye sorarken gerçekten de öfkeliydi. Adını sarayda herkesin duyabileceği bir yükseklikte bağırmamalıydı. Kuzen olmaları krallığını değiştirmiyordu.

"Kralım, demek istemiştim." Çevresine bakınarak sesini bir miktar yükseltmiş, ardından fısıldamaya başlamıştı. "Haberleri duydun mu?"

"Ne haberi?" Jimin'in aklı karışmıştı, zira krallıkta yeni bir gelişme yoktu. Çatık kaşlarıyla Jungkook'u izlerken karşısındaki çocuk onun sorusuna şaşırmış görünüyordu.

"Askerler bir kampa götürülecekmiş. Heyet karar vermiş." Jungkook'un arkasında, koridorun ilerisinde tanıdık bedeni gördü Jimin. Koşar adım onun üzerine giderken hanbokunun eteğine takılmaması işten bile değildi. Saat oldukça geç iken kimsenin onları görmemesine kral olarak şükrediyor olması acınasıydı ancak şimdi uzun boylu tarafından bedeni havada tutulmuşken başka çaresi yoktu.

"Kralım, neden koşuyorsunuz? Neredeyse düşecektiniz." Taehyung'un azarlar ses tonunu biliyordu. Jimin yemeğini yemediğinde, üstünü örtmeden uzandığında, ince kıyafetlerle dışarı çıktığında Taehyung ona hep bu tonlamayla konuşmuştu. Asker samimi iletişimlerini kralın yatak odası kapılarının içinde tutmayı çok iyi biliyordu ve şimdi yediği azarı birileri etrafta olsa odaya kadar bekletirdi esmer olan. İç çekti ve bir bakış attı onun yüzüne.

"Kampa gidecekmişsiniz, doğru mu?" Taehyung çevreye bakındı. Jimin'e önünden yürümesini işaret ettikten sonra onun odasına dek kralın peşinden ilerlemişti. Jungkook bu sırada ortalıklarda görünmüyordu. Asker odanın sürgü kapısını çekip kilitlemesinin ardından sesli bir nefes verdi.

"Heyet bugün duyurdu. Benim gideceğim kesin değil, sanıyorum buna sabah karar verilecek." Jimin kollarını önünde bağladı.

"Ve kral olarak benim fikrim sorulmuyor, öyle mi?" Onun yanına oturarak ellerinden birini dizine koydu Taehyung.

"Bu alelade hususlar için seni rahatsız etmek istemezler. Askerler için eğitim kampı az rastlanan bir durum değil. Bunu gücümüzü korumak ve ordu ruhumuzu var kılmak üzere yapıyorlar." Genç kralın başı Taehyung'un omzunda yerini aldı. Ondan uzak durma fikrinden hazzetmiyordu.

Öte yandan kralı askerle yalnız bırakıp çiçeklerinin yanına yönelen Jungkook'un derdi uzaklık değildi. Kralın aksine sarayda kalması gerekmezdi ve askerlerin kamp alanını görmeye istediği zaman gidebilirdi. Onu endişelendiren askerlerin neredeyse hepsi saray sınırlarından çıktığında nasıl korunacaklarıydı. Kendisini de kuzenini de evlendirme konusunda heyet hala kararlıydı. Askerlerin varlığı buna engel olacak değildi elbette ancak güvenlik hususlarındaki endişeler hafifleyecek ve kurmaları beklenen yuvaya odaklanılacaktı. Dalgın bir ifadeyle yapraklarını sevdiği gülün dikenlerinden biri nankörlük yapıp parmağına saplandı.

"Jungkook? İyi misin?" İşaret parmağını tereddütsüz kavrayan ve akan kana bakan Namjoon onu afallatmaya yetmişti.

"İyiyim." diye mırıldandı elini kendine çekmeye çalışarak. Ancak Namjoon bırakacak gibi görünmüyordu.

"Bekle." Cebinden bir mendil çıkarıp diğerinin parmağına sardı. Kanayan noktaya temas eden kumaşla irkildi Jungkook. "Kan durana dek sarılı kalsın. Derin saplanmamış olmalı, biraz sonra durur. Oturalım mı şöyle?"

Kenardaki tahta oturağı işaret etmişti. Jungkook parmağını ısrarla bırakmayan çocukla oraya yöneldiğinde bir iç çekti. Onun varlığından hoşlanmıyordu. Şu an gitmesi için ne vermesi gerekirdi?

"Ben iyiyim. Siz gidebilirsiniz Namjoonssi." Bilerek saygı ifadeleriule konuşmuştu. Böylece yerini bileceğini düşünüyordu ancak Namjoon hiç beklemediği bir şekilde yanıtladı onu.

"Neden benden kaçıyorsun Jungkook?" Çatık kaşlarıyla karşılık verecekti. Dudaklarını araladığında diğeri yerine konuştu. "Aynı çatının altında büyüdük. Evet, kraliyet ailesinin kanındansın ama babamın küçüklüğümüzden beri heyetin en önemli üyelerinden olduğunu biliyorsun. Eşit olmadığımızın farkındayım elbette. Bu benden kaçman için bir bahane olmamalı. Sen kimseye tepeden bakmazsın zira."

"Tepeden baktığım yok." Neredeyse ağzının içinde konuşmuştu, bu Namjoon'un oldukça sessiz bahçede onu duymasını engellemedi. "Etrafımda olmandan hazzetmiyorum Namjoon. Herkes herkesi sevmek zorunda değil."

"Beni sevmeni istemedim. Çocukken de böyleydin. Hatırlıyor musun bilmiyorum ancak çocukken yalnızca Jimin'le oynardın. Üstelik bize bunu o kadar hissettirmezdin ki göremezdim. Büyüdüğümüzde bunun hala sürüyor olması beni düşündüren. Sana ne zarar vermiş olabilirim, anlayamıyorum."

Namjoon onun yaralı parmağını bıraktı. Mendil hala parmağına sarılı haldeydi ancak kanamanın durduğundan emindi Jungkook. Kıymetli kumaşı düşürmemek için tutmaya başladı.

"Teşekkür ederim, mendil için."

Namjoon'a onu geri vermeyecekti elbette. Özel bir manası olduğunu sanmıyordu, sıradan bir mendilden ibaretti parmağına sarılı olan. Kendisi de tutmayacaktı. Onunla işi bittiğinde yakılmasını emredecekti. Ona ait herhangi bir eşyayı barındırma fikri midesini bulandırıyordu. Sebebini henüz çözememiş olsa da içgüdülerini dinleyecekti.

"Rica ederim Jungkook. Bir dahaki sefere dikkatli ol lütfen. Sana zarar gelmesini istemiyorum."

Kulağı çınladı. Öyle büyük bir gürültüydü ki Namjoon bile duymuş olabilirdi. Gül yapraklarına çevirdi gözlerini, çiçekleri onu sakinleştirmeliydi. Şimdiye dek iç huzurunu onlarla korumuştu. Güllerin renkleri her zamankinden daha parlak belirdi gözlerinde. Yavaşça kapatıp açtığı göz kapaklarının ardında yanıp sönen ışıklar vardı. Karanlık, sisli bir alanda kırmızıdan yeşile, yeşilden mavi ve mora, sonra yeniden kırmızıya dönen bulanık ışıklar gözlerini yoruyordu. Çınlayan kulağına götürdü yaralı olmayan elini. Yüzü buruştuğunda yanındaki adamın omzunu sarsışını hissedebiliyordu.

Nefes aldı, burnuna isli ve pis bir koku dolmuştu. Bu sarayda yakılan tütsülerden farklıydı, içine soju kokusu karışmıştı. Elinde bir iz gördü. Siyah bir karalamadan ibaretti. Ne olduğunu seçemiyordu. Daha derin bir nefes almayı denedi, güllerinin kokusunu alıyor olması gerekirken aldığı berbat kokular midesini bulandırmıştı. Komutan yanında olmalıydı, komutan burada olmadığı için kendisine çok kızacaktı.

Bedeninin kavranışını hissetti. Bir yere taşınıyordu, Kim Namjoon onu odasına götürüyordu kuvvetli ihtimalle. Avludan geçtiklerini yüzüne vuran rüzgardan anlamıştı. Oysa hayal meyal gördükleri karanlık ve dar bir koridordan ibaretti. Ayaklı bir temeli olan yumuşak bir zemine bırakıldığını gördüğü bedeni aslında yer yatağına bırakılmıştı. Bir kez daha nefes aldı, odunsu bir koku yumuşak kumaştan burnuna doldu. Kim Namjoon'un eli saçlarına dokunduğunda kokunun ona ait olduğunu biliyordu. Uyandığı zaman Min Yoongi'ye büyük bir açıklama borçluydu. Gördüğü her şeyin ağırlığı onu derin bir uykuya çekerken komutana durumu neden daha önce anlatmadığını sorguluyordu. Jeon Jungkook iki hayatın yükünü taşıyordu ve şimdi bunu çok net görebiliyordu.

Özledim bu hikayeyi...

Hands Tied¹ ~ YoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin