15

764 61 36
                                    

Heeseung kucağında oturan, başını sevdiği adamın göğsüne yaslamış oğlanın saçını okşuyordu. Kucağındaki genci doğru bir tabirde bulunacak olursak bebek gibi seviyordu. Sırtını sıvazlıyor, bazen yavaş bir ritimde oğlanın sırtına vuruyordu. Arada bir yumuşak, kahve saçlara minik buseler kondurmayı da ihmal etmiyordu.

Heeseung ilk defa birine bu kadar yumuşak davranıyordu. Yıllarca özenle inşa ettiği otorite duvarlarını Jake'in şekerden çekiçleri ısrarlı darbelerle yıktığından Heeseung artık yeni bir dünyanın varlığını keşfediyordu. Bu dünya onun duvarlarının arası gibi gri değildi. Bir sürü renkten oluşuyordu. Canlıydı. Burada yaşamak kelimesi gerçek anlamıyla kullanılıyordu. Heeseung nefes aldığını hissediyordu.

Jake'ten öncesinde boğuluyormuş gibiydi. Üvey annesinin kontrolü altındaki babası tek akrabası olarak oğluna sevgi verme görevini yerine getiremediğinden Heeseung bunun ne demek olduğunu bilmeden 21 yaşına gelmişti. 21 koca yılı kendi başına kuleler yapıp yıkmakla, üvey kardeşinin gölgesinde geçirmekle heba etmişti.

Birkaç yıl önce kendi kararıyla evden ayrılıp idol olma sürecine adım atmıştı. Senden bir şey olmaz diyerek babası onun evden gitmesine aldırmamış ancak Heeseung da pes etmemişti. Şimdi Enhypen'ın en büyük üyesi olarak diğerlerine elinden geldiğince kol kanat germeye çalışıyordu.

Bu süre zarfında Heeseung'un farkında olmadığı en büyük hatası her şeyi kendinin halledebileceğini düşünmesiydi. Aslında daha doğrusu o, her şeyi kendisinin halletmesi gerektiğini düşünüyordu. Üyelere ağabey olmalıydı, babasına evlat olmalıydı, fanlara idol olmalıydı. Peki ya kendisi?

Kendisi için daha önce endişelenmemişti hiç. Ben başımın çaresine bakarım, diyip durmuştu. Üyeler ilk başta ona yardımcı olmak isteseler de onları kendinden uzak tutmuştu. Kendisini bir paçavraymışçasına köşeye fırlatmış ve babasının ona yaptığı gibi değersiz görmüştü.

Sonra biri çıkagelmişti. Biraz ufak, devamlı gülümseyen, sevimli ve her daim yardıma hazır biriydi bu. Heeseung onun bu daimi pozitifliği karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Adeta etrafına ışık saçan bu oğlanı gördükçe kaşlarını çatmaya başlamış, duvarlarında oluşturduğu çatlaklar için telaş duymuştu.

Jake ise büyük bir iradeyle elindeki şekerden baltaları onun duvarlarına vurmaya devam ediyordu.

"Yoruldun mu?" diye sordu Heeseung.

"Ne anlamda?" dedi Jake. Uykuyla uyanıklık arasındaki o kısa çizgide dolaşıyordu.

"Senin şu balta da hala erimedi." dedi Heeseung. "Kırılmadı da. Hangi şekerden yapılma bunlar?"

Jake gencin dediklerinden hiçbir şey anlamadığına dair mırıldanırken Heeseung güldü. Kucağında oturan oğlanı şekerden zırh giymiş bir halde kalesine saldırırken hayal ediyordu.

"Neden beni... seviyorsun?" diye sordu Heeseung. Sevgiden bahsetmemek konusundaki sözsüz anlaşmalarını bozdu.

"Seni seviyorum..." diye mırıldandı Jake. Muhtemelen uykuya dalmıştı. Bunu dediğini bile hatırlamayacaktı. Heeseung dudakları yukarı kıvrılırken iç çekti.

Dikkatli bir şekilde ayağa kalktı ve Jake'i odasına taşıdı. Odada kimsenin olmamasından yararlanarak oğlanı yatağa yavaşça yatırdı. Başucuna eğildiği Jake şu an üçüncü rüyasını görüyor olabilirdi.

Heeseung, Jake'i izlemeyi kesemeyeceğini düşündü. Bir insan nasıl böyle gözükebilirdi ki hem? Tanrı kesinlikle Jake'i böylesine yakışıklı yaratarak Heeseung'u sınamayı amaçlamıştı. Heeseung için bir sıkıntı yoktu. Jake tarafından bir sınava tabi tutulacaksa ona göre hava hoştu.

POLAROID LOVE [HEEJAKE]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin