tjugoett

18 1 0
                                    


selam,

keyifler nasıl?

tjugoett isveççe de yirmi bir demek

iyi eğlenceler <3

-

okul çıkışı, -ingilizce hocamın testi bana kol gibi yerleştirmesinden ötürü- seokjin hyung'la kırtasiyeye kafa dağıtmaya gelmiş, incik boncuklara bakıyorduk birlikte. kırtasiyeye her geldiğimizde sanki ilk defa gelmiş gibi her şeye elliyor, gördüğümüz her komik şeyi deniyorduk. üstelik seokjin hyung'un kafasına takmadığı toka kalmadığından, bitlenmesinden korkuyorduk artık.

raflarda yavaş yavaş gezinirken, ilk gözlerimi renkli renkli defterlerde gezdirmiş, ardından ise bakışlarımı hemen rafın sonundaki günlüklere kaydırmıştım. daha önce hiç günlük alma ihtiyacı duymamıştım nedense. hep aşkından ölmüş kızların aldığını düşünürdüm içten içe. tabii durur muyum, elim ilk yavaş yavaş bir tanesine gitmiş, elime alıp kısa bir süre incelemiştim. ardından bir diğerini, ondan da sıkılıp bir diğerini, ve en sonunda siyah, dümdüz bir tanesini bulduğumda seokjin hyung'u aramaya başlamıştım.

"wooow, dur bakayım sen orada."

meğer hemen arkamdaki raftan o da benimle aynı anda çıkmış, karşı karşıya gelince de elimde gördüğü günlükle beraber eliyle dur işareti yapmıştı. hayır ne var bu kadar abartacak? belki oturup annemi babamı ne kadar çok sevdiğimi yazacaktım. zıkkımın dibi.

"ne ya? bakma günlüğüme." diyerek elimdeki siyah günlüğü arkama saklamış, yanından geçerek hiçbir şey olmamış edasıyla yanımdaki raflara göz ata ata yürümeye başlamıştım.

tabii artist hareketlerimi yanıma bırakır mıydı, omzuma tak diye yapışan omzuyla beraber acıyla inlemiş, sinirle suratına bakmıştım.

"ya," etrafımızdaki birkaç insanın -kasadaki kadın dahil- dönüp bize bakmasıyla, sesimi hafif alçaltarak devam etmiştim. "ya şu omzuna mukayyet ol diye kaç kere diyeceğim ben sana hyung? valla acıyor, ağrımdan yatamıyorum günlerce."

tamam son cümlede biraz abartmıştım. olsun, tuzu biberi olmuştu işte.

"tipe bak tipe. sen önce ağzındaki sütü sil, öyle gel bana acıtasyon yap."

yelkenleri açmış iki sinirli korsan gemisi gibi birbirimize dalaşacak gibi bakarken, çok geçmeden kendimizi toparlayıp kasaya doğru ilerlemiştik mecburen. yoksa iki dakika daha dursaydık, kovulabilirdik.

-

"jeon... jungkook'un günlüğü. of olmadı." defterimin hemen yanındaki mavi silgimi alıp, günlüğümün üzerine karaladığım yazıyı silerek tekrardan düşünmeye başlamıştım. bir türlü şöyle mantıklı bir isim bulamıyordum günlüğüm için. ayrıca dakika da bir utanç verici de geldiği için, daha da fikir üretmekte zorlanıyordum.

"jeon gerizekalı malın günlüğü."

"jeon jung salağın günlüğü."

"of günlüğü ne delireceğim şimdi." odamda gecenin on birinde kahkahalara boğulurken, bir yandan da sessiz olmaya çalışıyordum. babam ve annem her an duyabilirlerdi. ve evet, annem sonunda taburcu olmuş, eve tekrardan gelmişti. tabii düşündüğüm gibi koşa zıplaya, eski halindeki gibi değil, biraz yorgun gelmişti. olsun, her şekilde razıydım ona. ve o an tak, aklıma bir fikir gelmişti.

"hayallerimin günlüğü."

bir anda gözlerim hızla dolmaya başlamıştı. şimdi neden diye soracak olursanız, ki ben hemen cevabını vereyim sizinde gözleriniz dolsun. hatta oturup zırıl zırıl, yok, akciğerleriniz iflas edene kadar ağlayın.

bu günlüğe onun hakkında hayal ettiklerimi, onu gördüğümde hissettiğim duyguları, o gün bana sarıldığındaki bitişimi, gecenin bir vakti onun yüzünden tuvalete fırladığımı, hatta ve hatta onu görünce içimden ettiğim tüm küfürleri yazacaktım. en azından gece yazdıklarıma bakıp, umudumun sıfıra yaklaştığı o adamı sadece hayal ederek tatmin ederdim duygularımı.

gerçi onlarda artık bezmişti benden. hangi çocuğu uzun bir süre lolipop, dondurma fotoğraflarına baktırıp kandırabilirdiniz ki? benimki de aynen o hesaptı işte.

-

yup,

bitiş çizgisinden merhaba

okuduğunuz için teşekkür ederim

hoşçakalın <3

cancer | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin