nitton

17 1 0
                                    



selamlar,

keyifler nasıl bakalım

iyi değilse de emin olun bu bölümden sonra bi tık iyileşecek

iyi okumalar <3

-

"hadi şimdi de fotoğraf çekmeye gidelim!"

"ya, biraz çabuk ol birazdan kar yağmaya başlayabilir. elimizi çabuk tutalım."

sıkıntıdan derin bir iç çektim.

ve yine bir iç çektim.

yok, olmuyordu. sıkıntıdan patlamak üzereydim ve bu saçmalık tam üç saat yirmi yedi dakika sürmüştü. bir dakika bile yerinde durmuyor, peşinde beni süs köpeği gibi gezdiriyordu. bacaklarım artık bitap düşmüştü ve bir adım dahi atma düşüncesinden nefret etme raddesine gelmiştim. bugün ilk defa kimya dersinin hiç bitmemesini, matematikçinin susmamasını ve beden dersinin sonsuza kadar sürmesini dilemiştim. ama yok, maalesef hepsi bitmiş, okul biter bitmez seokjin hyung'la doğru düzgün konuşmama izin vermeden beni çarşıya sürüklemişti.

o anlatıyor, ben ise yarınki, annemin ameliyatını düşünüyordum.

o yine anlatıyor, ben ise,

onu düşünüyordum.

"kook-ah, artık bir yerlere dalmayı bırakacak mısın? çok kırıcısın."

bakışlarımı pespembe flash tv şeysi gibi giyinmiş hye jin'e çevirirken, o ise yapmacık gülümsemesini suratına takınıp, elini koluma atmış ve yürümeye başlamıştı. gözlerimi bir anlığına sakin kalmak adına yumup, tekrar açtığımda karşılaştığım manzarayla kalbim hızla atmaya başlamıştı.

ben donakalmışken, çiftler heyecandan birbirlerine daha da sokuluyor, çocuklar ise sevinçten çığlıklar atmaya başlıyordu.

"kook, kook! ilk kar!"

"şuna bakar mısın? çok güzel."

sertçe yutkundum.

bana daha da sokulmaya çalışan hye jin'in kolunu bedenimden ayırırken, kulaklarımda ise hızlı nefes alış verişlerim yankılanıyordu.

ne yapıyordu acaba şu an? o da bakıyor muydu camdan dışarı? beni düşünüyor muydu ki?

bir anlığına nefret ettim kendimden. onunla burada olup, ilk karın keyfini birlikte çıkartmak varken şu aptala verdiğim şans için nefret ettim kendimden.

"ben," dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. kalbim adeta hiç hızını azaltmayacakmışçasına atarken, hye jin'e bakmaya tenezzül bile etmeden devam ettim. "gitmeliyim, gitmem lazım. sonra görüşürüz."

"ha? ne, ne oldu şimdi?"

"oppa!"

arkamdaki bağırışlara aldırış etmeden hızla çarşıdan uzaklaşırken, bir anda kendimi hastane yolunda ilerlerken bulmuştum. heyecan o kadar sarmıştı ki bedenimi, mantık dışında hareket ediyordu tüm benliğim.

o an sadece onu görmek istedim. kokusunu içime çekmeyi, kahvelerine dalmayı, yumuşacık saçlarını okşamak istedim. çok istedim.

"bekle beni, geliyorum."

hızlı adımlarım yetmemiş, çoğalan karın yağışıyla beraber nefesim kesilene dek koşmaya başladım.

cancer | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin