Sezon 1: Şeytanın Çağrısı
2. Bölüm: "TEKERRÜRÜN KAPISI"
Boğularak gözlerimi açtığımda boğazımdaki yanmayla deli gibi öksürür haldeydim.
Ağzımdan fışkıran sular yüzüme dökülüyor, boynuma akıyordu. Yattığım yerde halsizce yan dönerek yuttuğum tüm suyu kusmaya başladım. Genzimde koca bir yangın vardı. Kusacak bir şey kalmasa da öğürmemin geçmesi uzun sürdü. En sonunda kendimi sırt üstü yere attım. Yarı baygın bir halde ne kadar uzandığımı bilmiyorum, parmağımı dahi kıpırdatacak halim yoktu.
Sert bir zeminde yatıyordum, tenime batan kemiklerim ve zemin canımı yakıyordu. Üşüyordum da. Zayıf bir ışık gözlerime batıyordu. Her şey fluydu, bakışlarımı odaklayamıyordum. Önce usul usul kıyıya vuran dalga seslerini işittim. Dokunduğum yer, soğuk ve kuruydu. Hatta soğukluğu tenimde ısırıklar bırakacak kadar acıydı. Bazı şeyleri görmeye başladığımda, tam tepemde minik bir aydınlığın içeri düştüğünü seçtim. Işığın geçmediği yerlerse karanlık bir boşluktu.
Dirseklerimin üzerinde doğrularak gözlerimi kırpıştırdım. Az önce uzay boşluğu gibi görünen yerler artık o kadar karanlık değildi.
Bir mağaradaydım.
"Ne oluyor ya?" diye sayıkladığım sıra üstümün ıslak olduğunu fark ettim. Ev halimle duruyordum. Saçlarımın ucundan süzülen sular ıslaklığımı diri tutuyordu. Taşa bıraktığım ıslaklık ince bir sızı halinde bir gölcüğün içine süzülüyordu. Dört bir yanımın su olduğunu fark ettiğimde büzüştüm.
Yüksek tavanlı, geniş bir yerdi. Tam ortasında üstünde olduğum taştan bir adacık vardı ve etrafı göletle çevriliydi. Masmavi suyun kesen ve mağaranın çıkışı olduğunu tahmin ettiğim yere giden bir sırt vardı. Lakin mağaranın duvarlarıyla birleştiği yere biraz daha dikkatli baktığımda düşündüğüm gibi bir çıkışa gitmiyor olduğunu gördüm. Sırtın birleştiği duvarda mihraba benzer bir oyuk tavana dek uzanıyordu, yaklaşık beş metre kadar. Mihrabın içinde vücudu yılan gibi kıvrılmış bir kadın heykeli vardı. Boynundan bacaklarına, kollarına uzanan, vücudunun her yerini kaplayan boncuklar asılıydı. Yosunlar ayaklarından başlayarak sanki işini bilir gibi mahrem yerlerine örtünmüştü. Bir giysi gibi onu sarmışlardı. Elinde sıkı sıkıya sarıldığı, göğe kaldırdığı pentagram vardı. Bir an yosunların yanıp söndüğünü gördüğümü zannettim. Öyle bir enerjisi vardı ki, ruhani bir gücün bacaklarına dolanarak elindeki pentagramdan yükselip mağaradaki delikten havaya süzüldüğünü izliyor gibiydim.
Adacığın üstünde, kadının solunda kalan kısımda mor salkım ağacı vardı. Çiçekleri öyle bir parlıyordu ki, daha önce böyle güzel bir ağaç görmemiştim. Alan suyun yükseğindeydi, genişleyerek suyun içine gömülüyordu ve kıyılarında renkli çalılar vardı.
Sağ tarafta suyun üstünde taştan geometrik şekiller vardı. Alanın belli noktalarında örümcek ağlarıyla kaplanmış kandiller vardı. Mağaradaki tek canlılık; suyun yüzeyine çıkan baloncuklarının patlayarak çiçeğe dönüşmesiydi.
Tam anlamıyla büyüleyiciydi.
Daha önce böyle bir şey görmemiştim.
Burası ancak bir tapınak olabilirdi. Havadaki manevi ağırlık adeta ruhuma baskı yapıyordu. Peki burada ne işim vardı? Nasıl gelmiştim ve neden ıslaktım?
Üşüyen ayaklarımı ellerimle ısıtmaya çalıştığımda birden yıldırım düşmüş gibi neler olduğunu hatırladım ve irkildim. Burnum kanamıştı ve bayılmıştım. Ah, peki gördüğüm rüya... Tanrım, gün geçtikçe rüyalarım yoldan çıkıyordu. Hızla suya eğildiğimde gözlerime baktım. Yıllardır nasılsa şimdi de öyleydi. Kendimle göz göze geldiğimde bir an duraksadım ve aptal durumuna düştüğümü hissettim. Rüyamda gördüğüm şeyleri nasıl kontrol ederdim? Gözlerimin alev aldığını görmeyi mi bekliyordum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRDÜN EFSANESİ
FantasyAsıl Dünya insanların sandığından daha farklıydı. İnsanların gezegeni diğer yankılardan biriydi yalnızca. Cezalandırılmış ruhların mahkum edildiği, kanlarının gittikçe saydamlaştığı, açıklarsam sıradana evrildikleri; kanlarının başlangıçtan beri nas...