4

134 29 7
                                    

"sanki acılarla dolu bir dünyada mutlu olmak, bir insanın işleyebileceği en alçak suçmuş gibi"

virginia woolf-deniz feneri 

Bu tatmadığım duyguların güzel olduğuna dair fikrimi geri alıyorum. Sadece bir saatliğine ortadan kayboldum diye 1 haftalık ev hapsi cezası almam fazla değil miydi?

Aslında üstüme bu kadar düşmelerinin nedeni imparatoriçenin sağlık durumuydu. Kimse ağzını açmaya cesaret edemese de herkes bunun normal bir hastalık olmadığının farkındaydı. İmparatoriçe  anlaşılamaz bir şekilde zehirlenmişti ve güçten düşmüştü. Bu durum da imparatoru devirmek isteyen soylulara fırsat doğmasına neden olmuştu. Babam saraydaki toplantılardan dolayı günlerdir eve çok geç geliyordu. Ne olduğunu bana açıklamasa da imparatora yeni bir eş alması için baskı yaptıklarını biliyordum. Eh, bu dünyada güç kazanmanın an basit yollarından biri evlilikti. Kim ya da kaçıncı eş olursa olsun imparatorun eşi olmanın size kazandıracağı konumu ve gücü inkar edemezdiniz.

Ama imparator Victor kelimenin tam anlamıyla bir aptal aşıktı...Öyle ki Bloom için nerdeyse tahtı bırakacaktı ama onu korumanın tek yolunun o tacı takmak olduğunu anladığında bu aptal düşüncelerinden vazgeçti. Bloom'un vatan hainliğinden dolayı düşmüş bir soylunun kızı olması da mevcut güç savaşına yardımcı olmuyordu. Başından beri konumu sallantıda olan biriydi, ona tüm desteği veren imparator ve babamdı. Ama şimdi yarı ölüyken konumunu koruması imkansıza yakındı. Daha da kötüsü bir varis doğurması bile düşman soylular için yeterli olmamıştı, onlara göre o çocuk kirli kandan başka bir şey değildi.

Yine de kellelerini yerinde istedikleri için bunu sesli bir şekilde dile getirmeye cürret etmediler. Babam soylularla çatışırken ona yardımcı olabilirdim ama yapmadım. İlki zaten sekiz yaşındaydım, yaşıma göre olgun ve tuhaf bir çocuk olduğum bilinse de politikada dikkate alınmaya değer biri değildim. Diğer nedeni ise bu çatışma pek de umrumda değildi. Tam aksine dahil bile olmak istemiyordum. İmparatoriçeyi kurtarmamdaki ilk şey kendi çıkarlarım olsa da içimde anlamlandıramadığım bir huzursuzluk da vardı. Sanki imparatoriçenin ölümü tüm kötü olayların başlangıcıydı gibi hissediyordum.

Belki de basit bir kuruntuydu ama şu ana kadar önsezilerim asla yanılmamıştı. Buna bir suikastçının ya da ajanın hissi diyebilirsiniz. Bir şey tehlikeliyse onu anlardık.

Üstelik büyünün ve savaşların olduğu bu dünyada yaşamak da pek yardımcı olmuyordu. Gözlerimi yeni doğmuş bir bebek olarak bu evrende açtığımda zaten tamamlanmış bir romanın içine doğduğum için gelecek hakkında zerre fikrim yoktu yine de kendimi ve karakterler sonsuza dek mutlu yaşadı klişesine inandırıp kendimi teselli ettim. Reşit olup bu aileden ayrılıp sakin ve huzurlu bir hayat yaşayabilirdim. Ailemle arama net bir çizgi çekmiştim, böylece iki taraf da birbirinin yokluğunu özlemeyecekti. Dediğim gibi bir aileyle ilgilenmiyordum, sevginin bana dönüşü her zaman ihanet olmuştu. Bu dünyada insanlarla olan ilişkilerime bir matematik problemi olarak bakıyordum. Yani sadece elde ettiğim çıkara bağlıydı. 

Ancak büyüdükçe bazı şeylerin garipleştiğini fark ettim. Birçok günü yatakta geçirecek kadar hassas bedenimle ölümcül bir hastalığa sahip olduğumu düşünüp kaderime bir kere daha lanet ettim. Hastalıktan ölmüş bir karakter başrollerin mutluluğunu çok da etkilemezdi, arkasından birkaç gün ağlanacak bir leydi olurdum sadece. Ama durum bu değildi, hasta olmamın nedeni mana zehirlenmesiydi. Nadir bir büyücü olduğumu fark ettiğimde bu kadar önemli bir gücün bana verilmesine şaşırdım. Büyü gücümü kontrol etmeyi öğrendikçe rüyalarımda geçmiş hayatıma dair şeyler gördüm ve bunlardan bazıları hatırlamadığım detaylardı.

belleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin