2001 Mayıs
Çiçeklerle süslü bahçedeki çimlerin üzerine oturmuş gökyüzünü seyrederlerken uzun zamandır aklında takılıp kalan şeyi dayanamayarak sordu;
"Sence ölüm ne demek?" Yakıcı güneşin altında parlayan sarı saçlarını dikkatle inceledi, ara sıra esen rüzgarla birkaç tel savruluyordu havaya, onun için çok güzel bir görüntüydü bu.
"Nerden çıktı bu?" Eğer önce sebebini öğrenirse, o zaman daha makul bir açıklama bulabilirdi onun zararsız kalbi için.
"Annem bugün ölmek istediğini söyledi. Benden öyle çok nefret ediyormuş ki, beni gördüğü her an içinden ölmek geliyormuş."
Sustu yalnızca, sözcükler sanki kalbine bir hançer saplamıştı. Sanki kendine sarf edilmişti hepsi, bu acımasız cümleler bir kalbi tamamiyle kurutabilirdi. Derin bir nefes aldı, yavaş yavaş verdi, zaten onun konuşmasına fırsat vermeden yeni bir soru sıralandı.
"Ama daha çok merak ettiğim bir şey var... Nefret etmek nasıl bir şey, bir insan nasıl nefret eder Gurur?"
"Sadece kalbi kararmış insanlar nefret eder, annem böyle söylemişti."
"O zaman, annemin kalbi kararmış mı?"
"Evet, annenin kalbi bir kömür kadar kara olmalı Vera."
"Öyle söyleme, duyarsa üzülebilir."
Masum bakışlarına müthiş bir merhamet duygusuyla uzun uzun baktı. 'Yalnızca altı yaşındaki bir çocuk böyle şeyler düşünmemeli' diye isyan etti içinden, oysa yedi yaşındaydı kendisi. Her zaman olgun bir çocuk olmuştu, sanki bir ruhun reankarnasyonuydu o.
"Abi, annem sizi çağırıyor!" Küçük Giray'a gülümseyerek yattığı yerden doğruldu. Kardeşini kendinden bile çok seviyordu belki, küçük ellerini açarak ilk abi dediği günden bu yana onun için her şeyi yapabilecek birisi olmuştu.
Sürgülü bahçe kapısını açarak doğrudan mutfağa girdiler, onlara gülümseyen Sevgi Hanım üçüne de tek tek sarıldı ve Vera'ya bakarak göz kırptı.
"Vera, tahmin et senin için ne pişirdim?"
Vera kıkırdayarak düşünür gibi yaptı ve neşeyle şakıdı.
"Köfte Patates!" Sevgi Hanım gülümseyerek yanağını sıktı.
"Evet pıtırcığım, köfte patates yaptım. Hadi oburlar, hepiniz masaya!"
Giray masaya koşarken Vera durdu, onun durduğunu gören Gurur beklemeye başladı.
"Seni çok seviyorum Sevgi Teyze, annemden bile çok... çünkü o en sevdiğim yemeği bile bilmiyor." Duraksayarak çekingen bakışlarını yerden kaldırıp havalanan kaşlarıyla Sevgi Hanım'ın merhametle bakan yeşil gözlerine baktı. "Sen anneme söyleme ama.. üzülmesin."
Dedikten sonra sıkıca sarıldı Sevgi Hanım'a. Gözleri yaşaran kadın kollarını doladı minik kızın zayıf bedenine.***
Güç ne garip şey bu amiyane hayatta. Aynı anda her şey demek olabilirken, hiçbir şey de olabilir. Sahi; güç nedir? Nasıl elde edilir? Zayıf noktalarımız bir pençe indiriyor göğsümüze, insanın en büyük kabusudur korkuları. Aynı zamanda; en büyük karanlığı.
Herkesin kendi kabusları olduğundan, herkes kendi karanlığında boğulur. Kimileri sağ çıkamaz, kimileri ağır yaralarla kurtulur. Kurtulmak nedir sahi, Nasıl kurtulur birisi? Hayat öyle çetrefilli bir yoldur ki en beklemediğin an tutar korkularından, çeker seni çukurlara. Bu pesimist düşünceler eninde sonunda bizi sokar bir çıkmaz sokağa, bulur yakamızı Tanrı'nın elleri. Bir hesap sorar, biz susarız. Nice köprülerden geçer titrek adımlarımız, son köprüde takılır, düşeriz belki. Bir melek ölürken öylece izler şeytanlarımız, anlaşılmaz hemen.. şeytanlarımız; hep kazanır. Gözlerimizden yaş değil, kan damlamaya başlar, yalnızlık keskin tırnaklarını boynumuza geçirir, uzun saçlar kısalır, dudaklar veda sözcükleri sarfederken..
Biz; kalırız. Şeytanlarımız; kalır.
Sonra biz parçalanırız.
Şeytanlarımız... kalır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PRANGALAR: Düğüm
Teen FictionGeçmiş bir zehirli oktur. Saplanır kalbine, zehirler kanını ağır ağır. Sen sanırsın ki geçti, zararsız. Fakat küçüğüm, senin geçmişin mecruh. Prangalar ayaklarımızda, kollarımızda, kalbimize sarılmış durumda. Bizler birer mahkumuz, yarattığımız bu C...