"Baba, sevdiklerin seni neden terkeder, onları kızdırdığında mı?""Bazen bazı kişilerin sadece gitmesi gerekir Vera, bu yüzden kendini suçlamamalısın."
"Peki dönerler mi?"
"Bilmem, eğer isterlerse."
"Baba.."
"Efendim kızım?"
"Gurur bir daha dönmeyecek mi?"
"Vera, artık yeter. Başka arkadaşlar da edinebilirsin."
"Ama ben Gurur'u ve Sevgi Teyzeyi istiyorum."
"Unut artık, onlar yokmuş gibi davranmalısın. Artık ne Gurur'la ne de ailesiyle hiçbir alakamız yok. Sende bunu anlasan iyi edersin Vera."
"Ama baba.."
"Bu kadar yeter Vera, çikolatanı ye ve yukarı çık yoksa anneni çağırırım."
"Çağırma baba, soru sormayacağım."
****
Yaralar açık kalır çoğu zaman, kapatmaya gücü yetmez kimsenin, dikmeye kıyılamayan yaralar. Eski bir sandığın içine hapseder sessizce unutmayı beklersin. Unutulur mu derin yaralar, izi kalmaz mı ardında? Yarım kalan mektuplar yırtılıp atılır, kimsesiz kalan hayaller yavaşça solar, şarkılar haşin bir heyelanla susturulur, çocuklar gözü yaşlı kalır ve bir elvedanın serzenişi duyulur gökyüzünde. Tanrıya isyanlar kırgın kalplerin sesidir, neden uzanmaz, neden tutmaz, neden sarıp sarmalamaz bizi Tanrı? Neden durdurmaz bu fırtınaları? Elvedalardan kalan kalp parçaları her rüzgarla yeni bir kesik açar tenine, sen o yaraları kapatamazsın. Ah çocuk, sen bunları unutamazsın. Vedalar işler kalbine, bir köşe başında bekler durursun, gelen olmasa da, giden de olmasın diye beklersin korkuyla. Yorgun kuşlar uçamaz gönlünden uzağa. Kelebeklerinin ıslak kanatları, çırpınmazlar içinde. Beklersin, apansızca bir ayrılık acısıyla beklersin. Cehennem ateşin bir seni yakar, sen kimseyi tutuşturamazsın. Ah küçüğüm; sen kayıp bir çocuksun, söyle bana neden geçmişin prangalarına hapsoldu masum çocuğun?
Uyanmıştım, kendime gelebilmiş olmak iyi miydi kötü mü anlayamadım. Burası barın alt katıydı, kocaman bir odadaydık. Büyük iki deri koltuk, oyun konsolları, televizyon, bilardo gibi şeyler vardı, burası onların takıldığı oda olmalıydı.
"İyisin şimdi değil mi?" Aniden dikleşerek kafa salladım, ani hamlem başımı döndürmüştü. Oturduğum koltukta sola kayarak ondan biraz uzaklaştım zira bu durum yeterince rahatsız ediciydi.
"Gayet iyiyim sanırım kalabalıktan astımım tuttu."
Yalanlar. Bir ruh düğümü, aynı zamanda iki yüzlülüğün yegane sembolü.
"Sende astım yok ki." Kaşlarım çatıldı aniden, agresif bir tavırla baktım gözlerine. Ne kolaydı şimdi konuşmak.
"Sen nereden bileceksin, ne kadar tanıyorsun beni?" Bir süre duraksayarak gözlerimin içine bakmaya başladı, ifadesiz suratım ve keskin bakışlarımla aralıksız bakarken içimden geçenler başkaydı. Duymamasını umdum, laçkalaşan bu kelimeler artık işlevsizlerdi. Söylemek istedi, sustu. Lal olmuş bu kız çocuğu sessizliğe prangalanmıştı. Prangalar, özgür kılamıyordu ruhları.
"Yeterince tanıyorum." Sinir bozukluğuyla aşağılayıcı bir gülüş yolladım ifadesiz suratına, sağ kaşım havalandı ve dik duruşumu bozmadan devam ettim.
"Senin beni tanıdığın yok Marzade, sen bir yabancıdan farksızsın." Konuşmasına fırsat vermeden ayaklandım, zaten neden hala oturmaya devam ettiğimi bilmiyordum. "Her neyse zaten buraya müziğini dinlemeye değil seninle konuşmaya geldim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PRANGALAR: Düğüm
Novela JuvenilGeçmiş bir zehirli oktur. Saplanır kalbine, zehirler kanını ağır ağır. Sen sanırsın ki geçti, zararsız. Fakat küçüğüm, senin geçmişin mecruh. Prangalar ayaklarımızda, kollarımızda, kalbimize sarılmış durumda. Bizler birer mahkumuz, yarattığımız bu C...