BÖLÜM 2 - "Kayıp Bir Şey"

105 32 115
                                    


Olaylar gelişmeden...

Westergaard krallığı, büyüklüğü ve görkemiyle tüm diyarlara göz kırpıyordu. İnsanların hüküm sürdüğü en güçlü krallık olarak öne çıkıyordu, adeta bir efsanenin doğduğu topraklar. Bu krallık, aslında tüm insanlığın köken aldığı kutsal bir soyun devamıydı.

Kral Edward, Westergaard'ın yöneticisiydi, ancak yaşlı kral artık ölüm döşeğindeydi. Büyük oğlu Aaron, hırslı ve kurnaz biri olarak tanınıyordu, fakat aynı zamanda olağanüstü bir zekaya sahipti. Küçük oğlu Alden ise genç, zeki ve kendine özgü bir çocuktu; ne annesine ne de babasına benzeyen bir özelliği vardı. Son olarak, krallığın tek prensesi Elizabeth, kardeşlerin en küçüğüydü. Bu zamana kadar hep Aaron ve Alden arasında dengeyi sağlamaya çalışmış, özellikle annesini kaybettikten sonra üzerine düşen sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmeye çabalayan biriydi.

Alden ve Aaron, babalarının ölüm döşeğinde olduğunun farkındaydı. Yıllar boyunca birbirlerine besledikleri hırçın duygular, son günlerde gitgide artmıştı. İkisi de tahta geçmek için farklı yollara başvuruyorlardı.

Krallığın içinde, insanlar ikiye bölünmüştü. Bir kısım, daha olgun ve mantıklı kararlar alabilen Aaron'un, Edward'dan sonra tahta geçmesini destekliyordu. Ancak halkın çoğunluğu ise tam tersine, kendilerine her zaman cömert ve ilgili davranan Alden'i benimsemişti.

Krallık, içsel çatışmanın etkisiyle bölünmüş durumdaydı ve bu durum gündemi tamamen sarmıştı. Krallık adeta bir yabancılaşma içindeydi, halkın gözünde bile Kral Edward'ın varlığı soluklaşmıştı.

Alden'in sürgün sürecine dönmek gerekirse de işlediği büyük bir günah vardı ve bunun bedelini ödemesi gerekti.

Taverna'dan 24 SAAT ÖNCESİ...

Sabahın erken saatlerinde, kraliyet sarayının göz alıcı odasında, Kral Edward'ın yatağından kalkmaya gücü yetmez olmuştu. O keder dolu vakte gelindiğinde, yanında istediği tek kişi, sevgili kızı Elizabeth'den başkası değildi.

Elizabeth, hızla koşarak babasının yanına vardı. Kalbinin derinliklerindeki endişeyle, babasını bu halde gördüğünde gözyaşlarına engel olamadı. Odanın içindeki ışık, hüzünle karışık bir matlıkla dolmuştu. Kralın solgun yüzü, yaşlılığın ve hastalığın izlerini taşıyordu. Uzun yıllar boyunca taşıdığı o soylu ifade, artık zayıflamış ve solmuştu.

Elizabeth, babasının yatağının kenarında durdu. Kralın buruşmuş ellerini nazikçe tutarak, kırılgan bedenine destek olmaya çalıştı. İçini kaplayan hüzün, sesini titretti ve yüreğindeki sıkıntıyı dile getirdi.

"Sevgili kralım," diye fısıldadı Elizabeth, sesinde titreyen bir üzüntüyle. "Size nasıl yardımcı olabilirim? Ne yapabilirim ki bu zor anlarda size destek olabileyim?"

Kral Edward, biricik kızına tebessüm etti. "Ne oldu Elizabeth, sen de halk gibi beni öldü varsayıyorsun herhalde," dedi şaka yollu.

Elizabeth, babasının şakasıyla biraz olsun tebessüm buldu, başını salladı. "O ne demek kralım! Sağlığınız için her şeyi yapardım."

Kral Edward, ellerini havaya kaldırarak mizahi bir şekilde devam etti: "O zaman niye selamlamıyorsun içeri girerken Kralını," dedi, kızının yüzündeki tatlı tebessümü devam ettirmek için.

Sonrasında Edward, kollarını açtı ve biricik kızını kucakladı. Onu bu zorlu süreçte bile teselli etmek istiyordu.

"Daha ölmedim kızım ama az vaktim kaldı," dedi yumuşak bir sesle, "son günlerde ağabeylerinin durumunu biliyorsun. Bu zamana kadar senden, en küçükleri olmana rağmen, hep onlara anneleri gibi bakmanı istedim. Biliyorum, sırtına çok yük bindi ama krallığımızın ve soyumuzun devamlılığı için aralarındaki husumete son verdirme görevi sana düşüyor. Bugün varisimi açıklayacağım, tüm vezirlerimin görüşlerini dünkü toplantıda dinlemiştim. Fakat sen... Biricik kızım ne der, işte onu da merak ediyorum."

KARANLIĞIN GÖLGESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin