𓃭
two feet. — to my kness.
🔞"Geleceğini bilirsen, şimdiki zamanı da bilirsin."
Klasik bir kış havasıydı o zamanlar. Birkaç yırtıcı kuş ve kar altı haşereleri dışında; geyik, kurt ve Sibirya kaplanları hariç hayvan yoktu ormanda. Kar yine tül gibi, kefen gibi, ölüm gibi inmişti Axilon'a, ki, öyle olması iyiydi. Yaşayacak kadar sıcak kan dolu hissetmiyordum. Kafamı dağıtacak küçük şeylere odaklanmıştım. Çevrem hareketli olunca ben de öyle olmak istiyordum ama dediğim gibi, yoktu o heves. Atılımı tetikleyecek kıvılcım çakmağından çıkmamıştı.
Çam ağaçlarının çöpünden maytap yapıyordum. Bir iki karışım ve kristalize tuzla geriye sadece kurumalarını beklemek kalmıştı. Amcam Kamuran, tekli deri koltukta oturmuş, bir ayının küçükçe motifini yumuşak ağaç dalına yontuyordu. Dışarıda olmazsa olmaz bir fırtına, dağların gerisinde tekrar eden bir uluma vardı. Soğuk gün ışığı siyahımsı parkelere yansıyordu, bu renge denge katacak kırmızı-sarı ışık şömineden yayılıyordu. Sandal tütsüsü masada bitmeye yüz tutmuştu. Sessizlik bozulduğu için başımı ona çevirdim.
Sabırla işine devam ederken, "Şimdiyi bilirsen ve bu geleceğe dönüşecekse zaman kavramının bir önemi yoktur." dedi. "Bir saniye ve bir asır arasında hiçbir fark kalmaz. Ve eğer geleceği bilirsen durağanlık kazanırsın, ki bu da dağılmanın en büyük sebebidir. Evren bunu kabul etmez, ölüler bile çürürken hareket ederler." Her zamanki gibi yüzümden okumuştu ne düşündüğümü, bir o becerebiliyordu bunu. Bir kitap kadar savunmasızdım karşısında.
"Sıradanlık, esasında ayırt edicidir. Ve bu bağlamda kıskıvrak yakalanman an meselesidir." İkimize de yaptığım yeşil çayı içiyordu, demlikte yapılmıştı. Hoşuna gidiyordu, içindeki karanfili çayın kekre tadını alması için atarken biraz da bal katıyordu. Garip biriydi ama güvende hissettiriyordu. Başıma ağrılar sokacak kadar üstü kapalı konuşur, yastığa kafamı koyduğumda tüm o manaların çözüleceği kadar içime dokunurdu. Çok zeki biriydi, yekti, duruydu. Benim için tanrı gibi hüküm sürüyordu kelimeleri, öyle bir zen ile bütünleşmişti ki yaşantısı orantılı bir seyrin imrenilesi akışına karışmıştı. Sanki her şeyi biliyordu.
Devam etti. "Öğrenmek için geldin, sonunda öğrendiğin her şeyi unutacağını bilmene rağmen. Şimdi biz de tanrının oyununa uyuyoruz, anlamlara açıklık getiriyoruz ama hırs denen suni yerleşimle fani bedenimizin sınırlarını zorluyoruz. Almıyor çoğunun kafası, bu felek dönüp dursa da, başa da sarsa, kopup gitse bile kırıntılar bizi besliyor. İt gibi koşuyoruz onun peşinden, öğrenecek ya. Amaç bu ya." Yaptığım işi bırakıyorum, kilitlenip kalıyorum ona. Amcamın genel huyudur bu, sizi konunun içine çeker, elinizi kolunuzu bağlar, dinle demez ama sen istersin bunu.
"Vitaly, hiçbir şeyde aşırıya kaçma. Ölümde, yaşantıda, hiçbir şeyde. Sakin kal oğlum. Biz bu evreni enine ve boyuna sürgülü cetvelle ölçüp biçerken insan olmaktan uzaklaşıyoruz, tanrılaşıyoruz ama bir evrene milyonlarcası fazla gelir." Gülümsüyor. "Severim kendinin ötesindekini yaratmak isteyeni ve böylece yok olanı."¹
Bana biraz zaman tanıyor. "Bu yüzden aynı anda pek çok yerde olmak isteyecek kadar, geleceğini ipliklerle örmüş gibi düzgünce kurmak gibi, sanki her şey senin kontrolün altındaymış hissiyle kavrulacak kadar yüce hissetme. İnsan kal, sakin kal. Gün gelecek, keşke gibi pahalı bir kelimeyi misafir edeceksin dudaklarına. Bu olmadan önce tamamlanmalısın. Senin ve benim gibilerin ödeyemeyeceği bir bedeldir bu, miktarı karşılamak genelde hayata mâl olur."