8. Bölüm

74 6 48
                                    

"Bu kız aptal mı?" Önümde duran cips kasesine elimi daldırıp birkaç tane aldım, ardından başımı pür dikkat diziyi takip eden Barış'a çevirdim. Hâlâ şirketteydik, Barış bir süre bana şirketi gezdirmişti, sonra beraber babasının ona verdiği görevleri yapmıştık. Barış rafları düzenlemiş, ofisi temizlemiş, arşivdeki dosyaları, müşteri kayıtlarını düzenlemiş ben de o bunları yaparken dalga geçip tonla fotoğraf ve videosunu çekmiştim. Sonuçta bir daha ne zaman Barış'ı böyle yakalayabilirdim ki? 

"Ha... Rory mi?" dedi dalgın bir ifadeyle bana bakarken yorgun olmalıydı. Tüm gün çalışmıştı. Başımı salladım cipsleri ağzıma alıp çiğnerken dolu ağzımla konuşmaya başladım. 

"Bir tane erkek için çalışıp girmeye hak kazandığı okuldan vazgeçiyor. Hem de annesi onun için ailesinden para istmişken!" Barış isyanıma gülerken "Bu daha iyi halleri." dedi. Ardından başını geriye atarak "Derin izlerken nasıl sövüyordu bir görsen!" 

Aklımda Derin'i öyle canlandırmaya çalıştım. Sinirden kıpkırmızı olmuş, ağız dolusu küfürler ederken, ama masum yüzü o kadar uymuyordu ki buna zihnimde sadece bulanık yüzü kaldığında iç çekerek pes ettim. "Gözümün önüne gelmedi, Derin hiç öyle bir kıza benzemiyor." dediğimde bir kahkaha patlattı. "Sen hiç tanımıyorsun onu, tanısan yeri geldiğinde ağzının ne kadar bozuk olabileceğine öyle şaşırırdın ki." O böyle diyince fark ettim, neredeyse iki yıldır tanışıyorduk ama ben Barış'ı da pek tanımıyordum ki Derin'i tanıyayım...

"Ben seni tanımıyorum." İçimden geçenleri böyle söyleyince birden tuhaf görünmüştü. Barış'ın başını dikleştirdiği o kısa sürede yüzünü esir eden şaşkınlığı görmüştüm ancak bu yalnız beş saniye kadar sürmüş hemencecik dudaklarını yukarı doğru kıvırıp anlık bir farkındalıkla ağzımdan çıkan sözlere alaylı bir cevap vermişti.

"Acaba şu an seni öldürme planları mı yapıyorum?" Neşeli bir sesle konuştuğunda kaşlarımı çatarak koluna vurdum. Sırık, yine sırıklığını yapıyordu işte.

"Dalga geçme!" diye çemkirdim. "Ben ciddiyim." 

Dudaklarını büzerek izledi yüzümü. "Şansına küs." dedi. "Ben seni bayağa iyi tanıyorum çünkü." Bir an için bu haksızlık gibi geldi. O yıllarca beni uzaktan izleyerek benim hakkımda belki benim bile henüz bilmediğim detayları fark etmişti ancak ben onun hakkında sadece onun anlattığı -ki bu da bir anda olmuyor, belli olaylar sililesiyle oluyordu- kadar bilgiye sahiptim. Ki bunlar da pek iç açıcı şeyler değildi. İçim bir anda arada gelen onu daha fazla tanıma isteğiyle doldu. Onu başka birinden değil, kendisinden dinlemek nasıl hissettiğini duymak istiyordum. 

"Hadi bana kendini anlat." dediğimde ellerini saçlarına daldırdı ardından doğrulup sandalyeden kalktı ve bana döndü. "Gel." Ayaklanıp peşinden çıktığımda asansöre bindi kapı kapanmak üzereyken içeri adımımı attığımda en üst katı tuşladı. Yan yana beklerken ne o konuştu ne de ben. En son asansörde kaldığımızda yaşadıklarımız aklıma gelince acaba bu da kalır mı diye düşündüm ama neyse ki birkaç saniye sonra en üst kata vardığımızda kapılar yeniden açıldı. Asansörden indikten sonra Barış, merdivenlere yöneldi yeniden. Üst taraftaki terasa doğru çıktığımızı anladığımda "Barış..." dedim. "Nereye götürüyorsun yine beni?" Uzanıp bileğimi tutarken arkasına dönüp kısa bir bakış attı bana. "Anlatmamı istemiyor muydun?" dedi, ardından önüne dönüp merdivenleri çıkmaya devam etti. "Anlatacağım işte." 

 Merdivenlerin sonundaki demir kapıyı ittirdiğinde yüzüme vuran rüzgarla gözlerimi kırpıştırdım. Birlikte açık havaya çıktığımızda bileğimi bıraktı. Terasta bizden başka kimse yoktu. Kenardaki sandalyelerin üzerine öylece atılmış battaniyeleri alıp yere serdikten sonra elini gelmem için yere doğru vurdu. Yanına yattığımda bana bakmıyordu aksine gözleri gökyüzünde, inci gibi dizilmiş yıldızlardaydı. 

Fedakar AvcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin