Veda

45 10 3
                                    

    "İkisi de başını salladı. Kepengi ve mermer kapıyı yerine yerleştirmek için eğiliyordum ki Nash uzanıp elimi tuttu. "Vatresta," dedi. "Olmaz Nash," diyerek düzelttim. "Vatresta son vedalar içindir. Birbirimizi yine göreceğiz. Kısa vedalarda Chemarr denir." "Chemarr" dedi ikisi birden."

    Kitabı kapatıp derin bir nefes aldım. Sert kapağın üzerindeki hırsızların yemini yazısına takıldı bakışlarım. Anlamsız bir öfkeyle doldu içim. Ne zaman ağlayacak olsam böyle olurdu. Kitabı sertçe bıraktım yatağın üzerine.

Bizim vedamız öyle kısa cinsten değil, değil mi diye mırıldandım.

Öyle yada böyle 1 ay geçmişti. Ne benim içimdeki suçluluk duygusu azalmış,ne de ona özlemim dinmişti. Çok özlemiştim. Hemde çok...

Telefonumun sesiyle irkildim. Çok sık çalmazdı telefonum. O yüzden merak etmiştim kimin aradığını. Ekrana yorgun bakışlarımla baktığımda Beste yazısını görünce homurdandım. Aramasaydı işte. Rahat bıraksaydı beni acılarımla. Her ne kadar içimden gelmese de derin bir nefes aldım ve kulağıma dayadım telefonu.

Alo?

Fulya, ay açmayacaksın sandım bir an yine

Haklıydı. O gün bu gündür kimseyle konuşmamıştım doğru düzgün. Tebessüm etmeye ve sesimi samimi olmaya zorladım.

Beste kusura bakma, biliyorsun olanları. Ben... Ben pek iyi hissetmiyorum kendimi bu aralar.

Anlıyorum ama toparlanman lazım artık. Gittikçe çöküyorsun. Farkında mısın canım?


Biliyorum... Beste, sonra konuşalım mı?

Kaç bakalım... Ama ne zaman konuşmak istersen arayabilirsin tamam mı?

Tamam... Teşekkür ederim Beste. Görüşürüz.

Beklemeden kapattım telefonu. Çünkü tamda şuan gözlerimden süzülen yaşlarla ilgenmek zorundaydım. Ayağa kalkıp pencereye ulaştım. Açık camdan derince bir nefes aldım.

Fulya?

Anne gerçekten mi diye iç geçirdim. Tam zamanını bulmuştu cidden. Gözlerimi hızlı hızlı ovuşturdum ama nafileydi. Zira annem beni benden dahi iyi tanıyan insanlardan biriydi.

Anne diye gülümsedim cevap olarak

Bak bakiyim sen bana

Burnumu çekip gittim yanına.

Efendim çiçeğim dedim en neşeli halimle. Ama hiç de inanmışa benzemiyordu. Ama tebessüm etti. Çok yakışıyordu bu kadına gülümsemek. Eliyle oturduğu yatağımın yanına hafifçe vurup niyetini belli edince bana da gitmek düşmüştü. Yanına oturunca elini dizime koydu.

Güzel kızım benim. Biliyorum ben seni için yanıyo. Kendini suçluyorsun belki de. Ama artık toparlanman lazım bitanem.

Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım işte yine. Titreyen sesimle sessizce mırıldandım

Anne... Geçer mi? Geçicek mi? Ben hayatıma devam edebilecek miyim?

Geçicek güzelim. Hemde öyle bir geçicek ki sen bile hayret ediceksin. Dön bak dünyaya neler yaşıyor insan. Diyo ki tamam artık bitti. Ama tam da o an başlıyor hayat onlar için. Sen de başlayacaksın. Her şey çok güzel olucak. Ve babanla ben hep senin yanında olucaz.

Sarıldım. Ailemin varlığına bir kez daha şükrettim. Nasıl da silmişti öyle içimden dertleri. Daha da sıkı sarıldım. O da sanki tüm dünyaya meydan okurcasına sarıp sarmaladı beni.

O zaman ben bugün sahile inebilir miyim annelerin bi tanesi?

Güldü. Hemde kocaman.

Annemden izini kaptıktan sonra bol bi pantolon üzerime pantolonun başlangıcında biten bir tişört giydim. Kombin yapmakla uğraşan, saatlerce düşünen kızlardan değildim. Üzerime ne geçirirsem oydu. Odamdan tam çıkmak üzereyken aklıma gelen şeyle durdum. Çekmecemin en alt rafını açıp kalın bir ajanda çıkardım. Derin bir nefes aldım. Kapağı açıcak gücü kendimde bulamasam da içindekileri adım soyadım kadar iyi biliyordum. Zamanında meleğimle yapmıştık bu defteri. Birlikte yaptığımız her anıyı fotoğrafla ölümsüzleştir, çocuksu bir heyecanla yerleştirirdik kırık beyaz sayfalara. Altına o günle ilgili komik saçma veya güzel bir sürü olayı da ekledik. Sol üstüne de tarih.
Ama defter daha yarılanmamıştı bile. Ağlamamak adına defteri incelemeyi sonraya erteleyip hızlıca çıktım odadan. Babamı ve annemi kocamanından öpüp kendimi dışarı attım.

       Yolda iki adımda bir gördüğüm hamsi pilav-kuymak dükkanları bana Trabzon'da olduğumu hatırlatmıştı resmen. Sahi, ne kadar olmuştu böyle dışarı çıkmayalı? Biraz daha yaklaştıkça kuymak kokuları öyle artmıştı ki bir ara ailecek kahvaltıya gelmemiz farz olmuştu. Muhteşem ötesi kokular eşliğinde sahile ulaştım.
Hava çok iyiydi. Ama hava ne kadar iyi olursa olsun karadeniz aynı hoyratlığını koruyordu. Kirpiklerime kadar titrediğimi hissettim. Çantamın sapını sıktım istemsizce. Bu kadar zor olacağını ben bile tahmin etmemiştim. Etraftaki insanlar muhtemelen değişik değişik bakıyorlardır. Ama eminim kimse arkadaşını, can dostunu maviliklere feda etmemişti. Anlamazlardı.

Evet. O günden sonra ilk defa geliyordum buraya. Ayaklarım geri geri gitse de biraz daha ilerleyip bir kayanın üzerine oturdum. Çantamı yanıma bıraktım. Gözlerimi denizle göğün birleşiminine diktim. Daha huzur verici ne olabilirdi ki?

Bir süre sonra gözlerimi oradan ayırdığımda oturduğum kayanın üstünde bir şey farkettim. Çiçek... Çiçeklere düşkünlüğümden olsa gerek hemen anlamıştım çiçeğin cinsini. Fulya çiçeği... Etrafa göz gezdirdim merakla. Kim bırakır ki minik saksıda bir çiçeği buraya? İlk oturduğumda da  burada mıydı acaba diye düşündüm. Öyle bir halde gelmiştim ki hiç dikkat etmemiştim. Acaba sahibi gelir miydi? Tereddüt etsem de alıp kokladım. Mis gibi de kokuyordu. Alıp götürsem ayıp olur mu acaba? Eğer çok değer verse bırakmazdı her kiminse artık. Almaya karar verip baş parmağımla narin yapraklarını okşadım.Gülümsedim. Hemde en kocamanından. Elimde çiçek, karşımda uçsuz bucaksız deniz ve ben artık tamamdım. Hemde eksiklerime, kayıplarıma ve keşkelerime rağmen.

Bugün hayatımın ilk günüydü ve ben artık sadece nefes almakla kalmayacak doya doya yaşayacaktım. Her şeye inat. Her şeye rağmen. Onun için. Meleğim için.



Çöl FulyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin