Kafam uçmuş durumdaydı ancak yatağımın altında sakladığım viskinin bu işte hiç parmağı yoktu. Dışarıdan içeri ses gelmesini engelleyecek kadar makûl bir yükseklikte Bon Jovi dinlerken bir yandan da odamın içerisindeki dağınıklığın son kırıntılarını toparlıyorum. Dün gece çalıştığım kitapları istiflemiş, yığınla kağıdı dosyalamış ve çöpleri çöpe attığım gibi odam havalansın diye pencereyi de sonuna kadar açmıştım.
Genelde tam bu saatlerde annem hem kendine hem de bana kahve yaparak odama kadar birkaç kurabiyeyle getirir ve gülümseyerek bırakıp bana iyi bir gün dilerdi. Bundandır masamın üzerindeki kalemi silgiyi yerlerine koyduğum esnada arkamdan odamın kapısının açıldığını işittiğimde annem geldi diye düşünmüştüm, nefis kahve kokusu da bu varsayımımı destekler nitelikteydi, ancak sonra hiç de beklemediğim elemanın sesini duydum.
"Kahveni buraya koydum."
Ona dönerek odamda hatta evimde ne aradığını sorgulama aşamasına girmiş bulunmuştum. Hakikaten bana bir kupa kahve getirmiş ve gördüğü ilk mobilyanın üzerine bırakmışken, kendisi renkli pipetle buzlu limonata yudumluyordu. İçecekleri eline annemin tutuşturduğu aşikârdı ancak bu çocuğu odama yollayacak kadar ne yaşatmıştım ona diye düşünmeden edememiştim.
"Buyur." dedim peşin peşin sadede gelsin de odamda ne aradığını belirtsin diye. Pipetini dudaklarının arasına kıstırıp içeceğinden bir yudum daha aldı ve masum bakışlarını suratıma dikti. Onu şöyle bir süzdüğümde üzerinde ayıcıklar olan bebek mavisi bir tişört giydiğini fark etmiştim, altında bol paça buz mavisi pantolonu ve sarı converseleri vardı. Boynundaki sinir bozucu kalpli pembe kolyeden bakışlarımı ayıramadan sessizliğini bölmeyi denedim. "Birader, ne işin var burada?"
Eliyle getirdiği kahveyi işaret edip pipetini ağzından çıkardı. "Kahveni getirdim."
Taşak geçer bir hali vardı zaten mantıklı yanıtlar vermekten de geri durduğu ortadaydı. Boynumu ovuşturup tanrıdan sabır dilerken hoparlörümün kapatma tuşuna da sertçe bastırıp şarkının kesilmesini sağladım.
"Bon Jovi severim." dedi.
"Evinde bol bol dinle." diyip kahvemi bıraktığı yerden aldım. İlk yudumumu alırken gözlerini gözlerime dikmiş limonata pipetleyen ucubeyle bakışmak durumunda kalmıştım.
"Pijaman güzelmiş." dedi, bugün ne giyiyorum acaba merakıyla üzerime bakındım, gri bir eşofman ve siyah atletimden başka bir şey taşıyor değildim. Bomboş ifademle ona döndüğümde gözlerini dövmelerimde gezdirdiğini fark ettim. Geçen seferki gibi anlamlarından falan dem vuracak olursa onu merdivenlerden aşağı yuvarlamayı aklıma yazdığımı o anda sanki bakışlarımla ona da anlattım.
Beklemeden birçok posterin asılı olduğu duvarımı işaret etti. "Fight Club'ı seviyor musun, çok saçma bence."
Fight Club'ı seviyordum, müptelası olduğum şeylerdendi ancak onunla bu konuda tartışmaya girecek değildim, susup kahvemi yudumladım ve belki gider diye onu koltuğa falan davet etmek yerine geçip kendim oturdum.
"Nolan abartılıyor." Hâlâ posterlerde göz gezdirdiği ortadaydı, yine duyduğumu sallamadan kahvemi yudumlayıp bu sefer de ardıma yaslandım ve pencereden içeri dolan temiz havadan derin bir nefes çektim.
"Shakespeare severim." Ben de çok severdim ama o diyince fark ettim ki artık sevmeme vaktim gelmiş olabilirdi.
"Sen beni dinliyor musun?" Meraklı meraklı önüme kadar gelip oturan bedenime tepeden baktı. Sonra üzerime birkaç adım daha atıp bacaklarıma yaslandı. "Berbat bir ev sahibisin."
"Benimle bir derdin falan mı var?" Sorarken buz mavisi kotunun gri eşofmanımla bacaktan temasına bakındım, oturan bedenimi bile rahat bırakmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arson || Yeongyu
Fiksi Penggemar"Küfretmeseydin dövmelerinin anlamını soracaktım." dedi.