2.Bölüm:Uyuryabani Ve Lavanta

27 5 9
                                    

Meriç görür görmez kafamı tekrar dizlerimin üzerine gömdüm. Ah hayır! Bir ezik gibi ağlarken görmüştü beni. Ağlarken başka birinin sizi görmesinin utancını herkes bilir ama asıl utanç ağlarken çirkin olan birini başkasının görmesidir.

Hareket sesi duyduğumda ve nefesini yakınımda hissetmemle önüme diz çöktüğünü anladım.

 " Sadece neden beni savunduğunu merak etmiştim. Özel bir anına denk geldiysem kusura bakma. Peçete ister misin yada su falan ?"
Sesi kulağa merak ve endişeli geliyordu.

Onu savunmamın özel bir nedeni yoktu aslında. Sadece kimseyi zararı olmayan birine bile bile iftira atamazdım. Burnumdan akan sümükleri ve gözlerimden akan gözyaşlarımı düşününce peçeteye ihtiyacım olabilirdi. " Peçete" dedim rica edercesine. Burnumu çektim.

Kafamı hafifçe kaldırıp hızlıca uzattığı peçeteleri alıp kafamı geri eğdim. Peçetelerle içimi halledip buruşturup cebime tıktım. Yere atamazdım yakında çöp kutusu da yoktu.

Kafamı kaldırdım. Eminim gözlerim, burnum onlardan da çok yanaklarım kızarmıştı. Ve şuan gerçekten çirkin gözüktüğüme emindim.

Meriç kafasını diğer tarafa çevirmiş sanki ilk defa gördüğü bahçeymiş gibi inceliyordu. Beni utandırmamak için yaptığı oldukça belliydi ve kabul etmek gerekirse bu çok tatlıydı. Yüzümde gülümseme oluştu. " Hey önüne dönebilirsin. Sanki bahçeyi ilk defa görmüş gibi yapmana gerek yok. Gördüğünü gördün zaten." Dedim tekrar burnumu çekerek.

Önüne dönüp bağdaş kurup oturdu. " Bütün gün uyuduğum için bahçeye hiç çıkmamıştım. Yani ilk kez gördüm numara yapmıyorum." Dedi abartılı ve sahte inandırıcılığı ile. Çocuk kandırıyor sanki.

Söyledikleri ufak bir kahkaha atmama sebep oldu. Cidden bütün gün uyuduğu için bahçeye çıkmıyordu ama beden derslerinde mecburen bahçeye iniyordu yani bahçeyi ilk kez görüşü değildi.

"Beden derslerinde bahçeye inen Meriç, sadece bedenin galiba ruhun hala uykuda" dedim dalga geçercesine.

Dediklerime güldü sonra bir anda ciddileşmesiyle benimde gülümsemen dona kaldı. Sanki çok önemli bir şey söylecekmiş gibi etrafa baktı. Kimse olmadığını görünce eliyle yaklaş işareti yapıp bana doğru eğildi. Bende ona doğru eğildim. Yüzlerimizin arasında bir karış mesafeden az kalmıştı. Fısıldayarak gözlerimin içine bakarak konuştu ciddiyetle. " Sana bir sır veriyim mi?"

Hevesle başımı salladım. Etrafa tekrar bakındı ve biraz daha yaklaştı. Ağzını kulağıma yanına getirdi. " Aslında ben Uyurgezerim. Ben hep uyurum, insanlarla konuşurken bile şuanda da uyuyorum mesele sadece gözlerim açık diye siz beni uyanık sanıyorsunuz."

Gözlerimi devirip ciddi misin dercesine ona baktım. Ama başımı ona çevirir çevirmez ikimizde dona kaldık. Burun buruna gelmiştik. Ne kadar orda öylece ne yapacağımızı bilemez halde öylece durduk bilmiyorum. İlk geriye çekilen ben oldum.

Rahatsızca kıpırdandım. Ortamdaki gergin havayı yok etmek istercesine konuştum. " Uyur gezer değil de Uyur yabanisin bence."

Meriç'te kendini toparlamıştı. Alayla gülümsedi. Yalandan düşünür gibi yaptı. " Gulyabani degilmiydi o?"

Kafamı iki yana salladım. " Hayır, sen yanlış biliyorsun. Uyur yabani adı. Ve artık sana uyur yabani diyeceğim."

Başına arkaya doğru atarak kahkaha attı. Onun bu haline bende güldüm. " Bayıldım bu lakaba. Artık bana uyur yabani de." Dedi. Sonra aklına bir şey gelmişçesine durdu. " Sen bana bir lakap verdin şimdi sıra bende." Dedi ve cidden lakap düşünmeye başladı.

Heyecanla beklemeye başladım. Bana ne diyeceğini merak ettim.

Sonunda aklına bir şey gelmişçesine durdu ve gülümsedi.

" Lavanta" dedi büyük bir hevesle.

Merakla ona baktım. Lavanta sevdiğim çiçeklerdendi özellikle kokusu ve rengi düşününce en sevdiğim bile derdim ama o bana neden bu lakabı vermiştir bilmiyorum.

" Lavanta çiçeğinin anlamı fedakarlık, duygusal bağlılık demektir. Bana seni hatırlattı."

İçimdeki duygu karmaşasını tarif edemem. Mutluluk, üzüntü, pişmanlık, acıma, ağlama... Ve daha pek çoğu ama her şeye rağmen minnetle gülümsedim. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Gözlerinin içine baktım. Aslında şuan bakmam gereken gözler Uraz'ın olmalıydı. Bana bunları diyen Uraz olmalıydı.

Merakla bana bakıyordu, beğenip beğenmediğimi anlamak için.

" Teşekkür ederim, uyur yabani. Daha demin kendini bok gibi hisseden kıza iyihissettirdiğin için."

Beğendimi anlayınca o da gülümsedi. " Rica ederim Lavanta. Bana da daha önce kimse lakap takmamıştı. İlk lakabımın bu kadar duygusal ve anlamlı olması-" sanki gözünden yaş gelmiş gibi yüzünü yelledi. " Ah hayır ağlamayacağım" dedi sahte bir hüzünle.

Bu hali kahkaha atmama neden oldu. Ama bu sefer az değildi. Birlikte bütün bahçeyi inletecek kadar gülüyorduk.

İkimiz bu hale ne ara ve nasıl gelmiştik bilmiyorum. Ama umurumda da değildi. Çünkü şuan mutluydum.

Gülünce hafiften kanayan burnunu görünce elim cebime gitti. Her zaman yanımda taşıdığım rengarenk figüranlı yara bantlarımı çıkardım ve ona uzattım. "Seç bakalım..."

Ellerimde ki yara bantlarına bakmaya başladı sonra bir tane seçti. "Nereme takacağım bunu?"

"Burnun için..." Burnunun altına nasıl taksın ki. "...diyeceğim olmaz." 

Sanki yarasını yeni fark etmiş gibi burnuna dokundu sonra yara bandı üstüne tuttu. Bu görüntüye dayanamayıp gülmeye başladım. 

"Eğer bunu yapıştırırsam keloğlanlı bir bıyığım olur."

Gülmemin dozu fazla kaçınca ellerimle ağzımı kapattım. "Yakışır."

Gözleri ellerime kaydı, gözlerini devirdi. Yaralardan utanıp ellerimi tam arkama alacaktım ki ellerimi tuttu. Elektrik çarpmış gibi irkildim. Azarlarmış gibi ellerimi incelemeye başladı. "Kendi yarana çok bakmış gelmiş bana yara bandı veriyor bir de." 

Kafasını kaldırıp bana baktı. Hala diken üstün de otururken bakışları ile silkelendim. Açıklama gereği duyup. "Genelde parmaklarımla oynarım yara olur, alışığım ben." Derin bir nefes verdim, kekelemeden konuşmama ben bile şaşırdım.

Kaşlarını hafifçe çattı ve iç geçirdi. "Bak Ayliz..." İsmimi ilk kez teleffuz ediyordu. "...yaralara alışman onların normal olduğu anlamına gelmez. Yara bu canını yakar, ona alışınca acısını artık hissetmemen acısının olmadığı anlamına gelmez. Kabuk bağlamasına bile izin vermemişsin. Kendinde yeni yaralar açmamaya dikkat et olan yaraları da bırak kendi haline. Bırak kabuk bağlasın sonra düşsün o kabuk ,izi bile kalmasın yaranın. Deşme yaranı, zaten yakan varken sende kendine acı çektirme." 

Sözleri bitince gülümsedi ellerimi kucağıma bıraktı. "Bitti." dedi. Hipnoz dan uyanmış gibi irkildim. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Etraftaki ambalaj çöplerini görünce ellerime baktım. Ellerimde ki eski yırtılmış bantları çıkarmış yenilerini takmıştı.  Ve o anca şeyi yaparken ben hiç bir şey fark etmemiştim, sesi gerçekten hipnoz ediyordu. Kafamı kaldırdım. "Ben..." Yüzümde ki aptal şaşkınlığı atıp minnetle gülümsedim. "...teşekkür ederim."

"Rica ederim." Etraftaki çöpleri toplayıp cebine sıkıştırdı. Sonra gözlerini bana dikti. O tatlı gamzelerini ortaya çıkaracak en masum gülümsemesini takındı. "Krem yaraya iyi gelir. Yaralarına krem sür."








Beklenen ÇiçeklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin