Bölüm 1: Yeni Hayatlar

64 12 8
                                    

    O kara günü hiç unutamadım ki muhtemelen unutamayacağım da. Annemin haykırışları, teyzemin ve diğer akrabalarımın annemi sakinleştirmeye çalışması ve benim kabullenmem. Babamın bizi bırakalı neredeyse 1 yıl oldu fakat hala annem ve ben etkisinden çıkabilmiş değiliz. Babam bir anda fenalaşmıştı ve daha doktora gidemeden hayatına gözlerini yummuştu. Astım hastalığı onu çok kötüye çevirmişti.

    O gittiğinden beri kendimi üstü kapanmış  bir denizde gibi hissediyordum, sürekli çıkmaya çalışıyor, deniyordum ama denedikçe daha çok yorulup dibe batıyordum. Ben ne kadar anneme göre biraz daha iyiymiş gibi gözüksem de içten içe kendimi parçalıyorum. Babam gittiğinden neredeyse 1 ay sonra her cumartesi bir psikoloğa gitmeye başladım. Her gittiğimde psikoloğum Ayşen Hanıma iyi olduğumu ve her şeyin iyiye gittiğini söylüyordum ve dün gittiğimde de aynısını söyledim. Külliyen yalan. Ayşen Hanım bana ne kadar konuştuklarımızın aramızda kalacağını söylese de inanmazdım ve hep anneme söyleyeceğini düşünürdüm, ki zaten öyle de oldu. Onları konuşurken duymuştum. İşte bu yüzden eğer kötü olduğumu söylesem Ayşen Hanım da anneme aynısını söyleyecekti. Ben de annemi daha fazla yıpratmamak için söylemiyordum.

    Yatağımda otururken yarın yeni başlayacağım okulumu düşünüyordum. Çok da umurumda değildi. Sadece dersleri dinlemeye çalışacaktım. Sonra bu düşüncelerden sıyrılmanın en iyi yolu yatmak olduğunu düşündüm ve akşamın sekiz buçuğunda uykuya daldım.

   "Kızım hadi kalk artık. Kahvaltın hazır, okuluna geç kalma!" Annemin sesiyle zor da olsa yatağımdan kalktım. "Tamam anne." Önce lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım, sonra da üstüme okul kıyafetlerimi geçirip aynada yüzüme bir kez bile bakmadan saçımı açıp taradım. Kahvaltımı yaptıktan sonra evden çıktım. Okulum buraya yürüme mesafesiyle on dakikaydı.

   Okuluma girdiğimde sınıfımın ikinci katta olduğunu bildiğim için hızla merdivenlere yöneldim. İkinci kata çıktığım da koridorun sonundaki sınıfta 10/A yazdığını gördüm. Sınıfa girdim ve tahmin edin nasıl bir yer çıktı.

Berbat.

    Sınıfın ortasında birkaç erkek birbirlerine kağıttan yaptıkları topları fırlatıyor, sınıfın sol köşesinde beş tane kız kahkahalarla gülüyor-ama nasıl bir kahkaha, gören de dünyanın en güzel haberini aldılar sanacak-, sağ köşesinde ise beni işaret edip gülen birkaç erkek ve daha nicesi. Boş bulduğum ilk yere oturdum, yani en arka sıraya. Benle ilgili konuşan kimseyi takmadım ama içlerinde çok yakışıklı bir çocuğun olduğunu görmemek imkansızdı. Ah hayır, yakışıklı değil yakışıklı değil, yakışıklı olmamalı.

Çok yakışıklı.

   O çocuğa bakmamaya çalışıyordum. Gözüm başka kaçamak yerleri arıyordu ve sonunda buldu: Cam. Cam kenarında oturmuştum ve oradan bakacaktım, evet. Ben gözümü camdan çevirmezken zilin çaldığını duydum ve size bir şey söylemeliyim. O çocuk benim önüme oturdu. NE. Hayır, hayır, hayır ya. Çocuğa şaşkınlıkla bakarken sınıfa öğretmenimiz girdi. Birkaç şey dedikten sonra sınıfa yeni gelenlerin kendini tanıtmasını istedi ve listeden bakıp ilk benim ismimi söyledi.

Ben böyle şansa.

   Babamı kaybettiğimden beri insanlara kaşı kendimi hep uzak hissettim ve burada tam şuan neredeyse 20 kişilik sınıfın ortasında beni ayağa kaldırıp kendimi tanıtmamı istemişti. Ben korkuyla öğretmenimize bakarken yanımdan bir ses yükseldi, bir erkek sesi; "Hocam arkadaş biraz utangaç galiba." Ardından yükselen kahkahaları duydum. Öğretmenimizin konuşmasına izin vermeden önümdeki çocuk konuşmaya atladı. "Kes sesini, Tolga". Ne, ne oluyor ya, bir dakika.

Aslanım benim, koru beni.

   İç sesimi susturmaya çalışırken sesler daha fazla yükseldi. "Hayırdır oğlum, başka kız mı yok?"       "Kes Bartu!"                                                                                                                                                                              Onlar benim hakkımda konuşmaya devam ederlerken sonunda öğretmen sözlerini kesti. "ARKADAŞLAR!"

HENÜZ BİTMİŞ DEĞİLİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin