aşk benim tenimi çalıp korkağı yaratır.

1.6K 303 100
                                    

jeongguk, evlerine henüz girerken elindeki poşetleri kenara bırakmış ve dış kapıyı ardından kapatmıştı. usulca paltosunu da çıkarırken gerginlikten yanak içlerini ısırıyor, sürekli dolan ve yanan gözlerini kırpıştırıyordu. çok ama çok mutsuz, delilercesine stresliydi tam da şu an.

taehyung ile ters giden konuşmalarının üzerinden üç gün geçmişti ve büyük olan koskoca evde kendisiyle karşılaşmamak için her şeyi yapmıştı. pazar günlerini evde film izleyerek geçirmeye bayılan taehyung, sinemaya gider olmuştu. kendini ifade etmesine izin verilmeyen jeongguk ise ilk gün az kalsın alkol komasına girecek kadar içmiş, ikinci gün bulanık kafasıyla kendine zaman tanımış ve ne yapabileceğini düşünüp durmuştu. bugün ise üçüncü gündü ve jeongguk, dün düşündüğü şeyleri yürürlüğe koyarak aralarındaki şeye bir şans daha vermek istiyordu.

bu evliliğe her ne kadar kötü davranıyor olsa da, evliliğin yanı sıra kim taehyung onun için dünyanın en özel inanlarından biriydi. ona karşı duyduğu mahcubiyet sebebiyle en çok zarar verdiği insandı. henüz bir sonsuz bir aşk hissetmiyordu yahut kendine hissettiği şeyleri anlatabilmek için izin vermiyordu ancak o, jeon'un taehyung'uydu işte. ona illa bir eş sıfatı gerekmezdi.

usulca salona doğru ilerledi zira yine yanan tek ışık orasıydı. sarı abajuru yakmıştı taehyung. yalnızca loş bir aydınlık vardı. esmer olan yine koltuğa oturmuş orta sehpaya koyduğu bilgisayarından bir şeylerle uğraşıyor, bir yandan da kulağına tuttuğu telefona konuşuyordu. "gönderdiğin demo'yu dinledim." diyordu taehyung'un kalın sesi. "şahaneydi. beni daima gururlandırıyorsun. kendimle de gurur duyuyorum doğrusu, hiçbir zaman çürük elmayı seçtiğim söylenemez." son cümleyi kurarken taehyung, başını kaldırıp girişteki jeongguk'u görmüştü ve sanki istemsizce sesi kısılmıştı. jeongguk, bunu bir imâ olarak algılamış ve bir anlığına içine saplanan sancıyla gözlerini kaçırıp mırıldanmıştı sessizce. "ben geldim." taehyung başını sallamıştı.

jeongguk, gelişinin çok da önemsenmediğini düşünerek geri geri adımladı ve salondan çıkarak antreye geri döndü. birkaç saniye öylece duraksayıp parkeleri izlese de dolan gözlerine biriken yaşları geri itip sakinleyebilmişti. aylardır içerisinde olduğu bu evlilik onu hiç iyi etkilemiyordu doğrusu. ardından yavaş adımlarla poşetleri bıraktığı yerden alarak mutfağa ilerlemişti.

jeongguk, poşettekilerle hızlıca peynir ve meyvelerde oluşan bir tabak hazırladıktan sonra geniş tabağı sıkıca tutarak iki de kadeh almış ve derin bir soluğu ciğerlerine takarak cesaretini toplamıştı. bu ikili için bariz bir zeytin dalı olacaktı. bu yüzden büyük olanın vereceği reaksiyon oldukça önemliydi.

jeongguk büyük adımlarla salona döndüğünde taehyung hâlâ bilgisayarın başında oturuyordu. salona giriş yapan eşi ile birlikte bakışlarını ekrandan kaldırarak lacivert ekoseli pijaması, siyah bol tişörtü ve kaslı kollarıyla sıkı sıkıya sarındığı kadehlere çevirmişti. jeongguk elindekileri orta sehpaya bırakıp çıplak ayaklarının parkede çıkardığı tatlı sesle birlikte kendini neşeli tutmaya çalışarak köşedeki vintage masada duran pikapa yönelirken de taehyung kendisini merakla izliyordu. küçük olanın neyin peşinde olduğunu az çok anlamış gibiydi. ses çıkarmıyordu.

jeongguk, valse'in plak versiyonunu pikaba yerleştirip iğneyi üzerine sabitlediğinde keskin piyano sesi ikilinin kulaklarına doluşmuştu. ardından jeongguk, taehyung'un şarap vitrininden hafif bir blush kapmış, eşinin yanına dönmüştü. usulca şarabı açarken taehyung sonunda bir tepki vermesi gerektiğini fark etmişti.

"çalışıyorum, jeongguk."

jeongguk sakince gülümsemiş ve her zaman yaptığı gibi görmezden gelmeyi seçerek kadehleri doldurmaya koyulmuştu. "kiminle konuşuyordun telefonda?" diye mırıldanmıştı ikinci kadehi de turuncumsu renkte sıvıyla doldurup eşinin önüne iterken. taehyung, "öğrencimle." diyerek yanıt vermişti. "jieun senin için şahane bir gurur kaynağı olmalı." diye cevapladı jeongguk. mırıltı hâlinde konuşuyordu. soğuk kişiliğine büründüğü zamanlardaki taehyung'dan oldukça çekinirdi. bu öğretmen-öğrenci ilişkilerinden süregelen bir durumdu.

"iyi işler yapabilen insanları desteklemek beni gururlandırıyor diyelim."

"telefonda öyle demedin ama."

taehyung, jeongguk'un kadını deli gibi kıskandığının pekâlâ farkındaydı ancak bu oldukça yersizdi. ilişkilerinde düzeltilmesi gereken tonla şey varken ve taehyung şu anda bunları onarmak için inanılmaz hevessizken jieun meselesi devede kulak kalıyordu onun için. sessiz kalarak masadaki kadehi kavradı ve birkaç dakika içerisinde ikinci kadehini dolduran jeongguk'u izleyerek bir yudum aldı. o her zaman hızlı gitmeyi severdi.

"gerçekten beni geri çevirip çalışacak mısın?"

jeongguk meraklı sesiyle sordu. taehyung başını olumlu anlamda salladı. "seninle konuşmak bana iyi hissettirmiyor. bunu en son denediğimde cümlelerini sindirmek benim için epey uzun sürdü." jeongguk kendi kendine kıkırdadı. "o sohbet beni dünyanın en mutlu adamı etti sanki, taehyung, dediğin lafa bak."
taehyung, bakışlarını bilgisayar ekranına çevirmeden önce mırıldandı. "sadece ilaçlarını al." dedi. "farkı göreceksin."

bu son derece imâlı ve kaba tavsiye jeongguk'un kanını çekmiş, birkaç saniyelik hayretle ürpertmişti bedenini. "bana karşı inanılmaz saygısız bir herif olmaya başlıyorsun." diye hayıflanmıştı hayretle. taehyung ise derince iç çekmişti. "bu raddeye ben kendi isteğimle gelmedim, heongguk. şarap için teşekkür ederim. müsaadenle çalışacağım."

jeongguk, histerik bir kahkaha döktü salonun ortasına. yine haftalar önce olduğu gibi zeminde bağdaş kurmuş oturuyor, önündeki taehyung'u izliyordu. bu kez elinde kadeh vardı ve dördüncü kadehini içiyordu. sessiz kaldı bir süre. sadece esmer olanı izledi. sürekli kendini bu vaziyette buluyordu. işleri nasıl düzeltecekleri hakkında hiçbir fikri yoktu ve taehyung bariz olarak kendini belli eden beyaz bayrağı da delik deşik etmişti kurşundan sözleriyle.

jeongguk beşinci kadehini bitirmişti. saat gece on bir kırk beşti.

taehyung bir telefon görüşmesi yapmıştı. on iki yirmi.

jeongguk şişenin dibini tek başına görmüştü. on iki kırk sekiz.

taehyung bilgisayarındaki belgeleri düzenlemeyi bitirmişti ve saat on iki elli üçtü. aynı dakikalar içerisinde jeongguk, taehyung'un hâlâ bitirmediği kadehine savsaklayarak uzandı. taehyung göz ucuyla onu kontrol ederken "yeter." şeklinde uyardı. "gerçekten yeter, jeon."

jeongguk, taehyung'un ona kendi soy adıyla seslenişi karşısında şok içerisinde gözlerini irileştirdi ve dudakları hayretle aralandı. kadehe uzanan ve duyduğu hitapla havada kalan eli usulca kucağına düştü. taehyung da yaptığı gafı fark etmişçesine gözlerini kaçırdığında jeongguk, dolan gözlerini gizlemeye dahi gerek duymadı bu kez. sendeleyerek oturduğu yerden kalktı. koridora doğru ilerlediği esnada taehyung arkasından ismiyle seslendi birkaç kez. "jeongguk!" dedi. "isteyerek olmadı. geri dön de konuşalım."

tam kalkıp koca evin içerisinde eşini bulmaya gideceği sırada jeongguk, elinde ince bir dosyayla salona geri döndü. gözleri ve burnu kıpkırmızıydı. parmakları titriyordu. bir hışımla koltukta oturan eşine ilerledi. "jeongguk..?" şeklinde sorguladı taehyung. jeongguk elindeki dosyayı esmer olanın göğsüne çarparcasına uzattı ve irislerini taehyung dışında her yere odaklayarak konuştu.

"evlilik sonrası sözleşmesi. dün akşam avukatınla hazırladık." duraksadı ve ağlamamak için yutkundu. "artık boşanma davası açmak için bir engelin yok. istediğin an bu siktiğimin işkencesini bitirebilirsin çünkü benim hiç takatim kalmadı."

taehyung, donakalırken jeongguk o gece dudaklarını son kez araladı.

"muhteşem taehyung'un koca ağacında yetişen tek çürük elma olmayı kaldıracak gücüm kalmadı."

///

BKNYBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin