"Onu ne pahasına olursa olsun koruyacağına söz verebilir misin Nil?"
"Gitme, bırakma beni."
"Geri döneceğim, söz veriyorum. Sen de söz vermelisin."
"Söz, koruyacağım."
Gözlerini açtığında yüzüne vuran gün ışığıyla gözleri kısılmıştı. Neredeyse her gün gördüğü o rüyayı yine görmüştü. Nefesini düzenlemeye çalışırken, biraz daha kendine geldiğinde nerede olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Bu tavan odasının tavanı değildi. Nerede olduğunu anlayabilmek için kafasını biraz yan tarafa doğru çevirdiğinde boynundaki iğrenç acıyla inlemişti.
Yine de, tam tepesinde akıyor mu akmıyor mu anlayamadığı serum torbasından, üstündeki beyaz örtüden ve tam karşısındaki kirli beyaz duvara monte edilmiş televizyondan hastanede olduğunu anlıyordu.
"Uyandın!" duyduğu sesle yalnız olmadığınıı fark etmiş ve hızla tanıdık sesin sahibine doğru dönmüştü, ve bu büyük bir hataydı. Boynumdaki acıyla tekrar inlediğinde yakın arkadaşı çoktan ayağa kalkmış ve kapıya doğru koşmuştu. "Hemşire hanım, uyandı!" diye bağırarak dışarı doğru fırlamıştı. Bir kaç saniye sonra da bir hemşire yanına doğru güler yüzüyle yaklaşmıştı.
"Günaydın, iyi görünüyorsunuz."
"Günaydın. Ben buraya nasıl geldim? Hatırlamıyorum." dediği anda alnında bir acı daha hissetmişti. Eli alnına gittiğinde sağ tarafında, alnının bitişinden saç diplerine doğru bir tümsek hissediyordu.
Böylece bilincini kaybetmeden saniyeler önce olanlar gözünün önüne gelmişti ve şimdi neden hastanede olduğunu anlayabiliyordu. Arabanın içinde havalanırken emniyet kemerinin kendini nasıl sıktığı anı gördü bir anda, daha sonra arabadan sürünerek dışarı çıktığı bir görüntü belirmişti gözünün önünde.
"Evet, geldiğinizde bilinciniz kapalıydı. Alnınıza altı dikiş atıldı ama ciddi bir durum yok. Bir hafta içinde acı kalmaz, sonra dikişleri alırız merak etmeyin. Doktorumuz da geldiğinde taburcu bilgisini öğreniriz."
Bu kadın neden bu kadar çok konuşuyordu diye düşünmeye başlamış ve baş ağrısnı bastırabilmek istemişti. O bunları düşündüğü sırada kapı açılmış ve biraz önce çığlık çığlığa dışarı koşan en yakın arkadaşı içeri girmiş ona doğru yaklaşıyordu.
"Hemşire hanım ben dayanamıyorum, girdim artık içeri." Ayda'nın bu cümlesine karşılık gülümsemeden edememişti. Yüzündeki telaşlı ifadeden ve attığı koşar adımlardan en yakın arkadaşını çok merak ettiği anlaşılıyordu. Rimeli gözlerinin altına akmış, saçları toplu ve partide giymiş olduğu kıyafetleriyleydi. Arkadaşının onu arayıp ne yemek yemek istediğini söyleyeceği ve partide başına gelenleri anlatacağı bir telefon beklerken söylenene göre küçük bir kaza geçirdiği haberini almayı beklemiyordu.
Daha doğrusu partide olanlardan sonra en yakın arkadaşının başına kötü bir şey geldiği haberini duymaktan korktuğundan bu olasılığı yok etmeye çalışmıştı.
"İyi misin, çok korkuttun beni!"
"Ben iyiyim, başım ağrıyor biraz sadece. Sen nasılsın, yaralanmadın değil mi?" bu cümleye karşılık Ayda'nın gözleri bir anda dolmaya başlamıştı. Dudakları aralandığında genç kadın duyacaklarına karşı hazırlanmak için gözlerini kısmıştı.
Evet, arkadaşının hızlı konuşmaları arasından cezasını çekme vakti gelmişti.
"İyiyim, boşver beni sen! Yolun ortasına arabayla atlamak ne ya, delirdin mi sen? Ya ölseydin, ya çıkamasaydın o arabadan, o zaman ne olacaktı? Yok ben artık buna izin vermiyorum. En yakın arkadaşımı kaybedemem ben ya, ne biçim bir iş bu böyle. Birini koruyacağım diye köprüden aşağı atlamak nedir ya..." genç kadın yakın arkadaşının kurduğu cümleler arasında sadece köprüden aşağı atlamak olan kısma odaklanmıştı. Yakın arkadaşının bunları bilmemesi gerekiyordu. Ona olanları anlatmış olamazlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
حركة (أكشن)"Ben bir kara kutuyum. Bu uçak düştüğünde bana hiçbir şey olmayacak. Peki ya siz? Siz bu harabede, bu cehennemde günahlarınız ile baş başa kalacaksınız. İşte o zaman ben bildiğim tüm sırları açığa çıkaracağım. Bu harabeden geriye, sadece ben kalacağ...