!BU BÖLÜM ŞİDDET İÇERİR!
Yazım yanlışı varsa o satırın yorumuna nokta koyun, kolayca düzeltebileyim.
BÖLÜM 2: ACI DOLU YIPRANMIŞ SAYFALAR
🤎🕊️
Ellerini, çenesinde birleştirmişti. Boyunun yettiği kadar masaya uzanmış dernce bana bakıyordu, bakışlarında bir merak saklıydı, bir şey sorucaktı. Emindim ama bekliyordu, kızıp kızmayacağımı kestiremiyordu ama belli ki içinde ki iç güdülere dayanamamıştı ki çekingence sordu, "Napıyorsun?"
Kör değildi elbet, görüyordu ne yaptığımı. Stresim, her halimden belliydi, emindim. Buna rağmen hala bir şey kurcalama derdindeydi. Sinirle burnumdan solurken
"Bela mısın küçük?" diye çemkirdim lakin bayan arsız bu durumdan pay almadığını, yüksek tonuyla söylediği,
"Soruya, soruyla karşılık verilmez!" cümlesiyle belirtmişti.Sertçe birbirine sarılan dişlerimin arasından konuşuyordum artık,
"Vay bilmiş. Başımıza iş çıktı ya..." öylesine kanser ediyordu ki insanı, cidden pire gibiydi. Küçük ama bela.Boş yapışlarıyla dağıttığı dikkatimi toparlamaya çalışırken beni daha çok bozacak bir ses tonu ilişti kulağıma, içimi ezip geçti sanki.
"Abim..." dedi, sesi bir anda kırgın çıkmıştı.
40 papatyayı, 41 yerinden sökmüşüm gibi,
"Abim, ders çalışırken de benimle ilgilenirdi." kısık sesi fısıldadı lakin ben onun abisi değildim, asla olmayacaktım. Olmazdım, olamazdım.İnsan nasıl dayanırdı buna?
Ve en acı şeylerden bir diğeri, o beni çoktan abisi yerine koymuştu.Bu durumu değiştiremezdim belki ama
"Ben, senin abin değilim toprak." diyerek belirtmiştim, belki anlar sanmıştım ama cümlenin çok farklı yerlerine odaklanmıştı.
Ona hitap edişime odaklanmıştı..."Adım Toprak değil, Gökçe."
Başımı salladım, sadece başımı salladım ve ders kitaplarıma geri döndüm.
Belki adı başka bir şeydi ama bana topraktı.
Özlemimi, kederimi, neşemi, ablamı, her bir zerremi feda edercesine gömdüğüm gözleriydi. Ağladığın da ablam gibi kokan tenini, toprağa benzettiğim topraklarıydı benim için. Bakarken gömdüklerimi, gördüğümdü. Bir avuç toprak gözleriydi.
Kim, ne derdi bilmem ama ben toprağım derim.Tam anlamıyla kurtuldum sanarken, saçlarımı bir amda çekip bırakan minik el karşılığın da sadece hafiften inlerken, saçımı çeken minik ellerin sahibi haykırdı,
"Bana bak gamzeli çocuk!"Dişlerimi sıkarken derince iç çektim, kalemimi yere düşmemesi adına yavaşça kitabımın üzerine bıraktım ve bedenin sarısı saatlerdir masanın üstünde olan ve asla benimle uğraşmaktan bıkmayan kıza baktım,
hem sert, hem korkutmadan nasıl bakılıyorsa, işte öyle baktım.
"Buyurunuz hanımefendi. Arz edersiniz ki dediğinizi yapıp, size baktığım için, sizlere uyum sağlayabilmişimdir."O ise yapması gereken en son şeyleri, sırınlarıma zorlamak adına yaparcasına yapıyor, en masum şekilde gözlerimde kayboluyordu, farkındaydım ve göz göre göre buna izin verecek kadar kalpsiz bir herif değildim.
Uzun saçlara sahip, ufak burnu, ufak dudakları. Bana göre hep küçük kalacak her zerresiyle çattı kaşlarını, alt dudağını hafifçe öne çıkarırken kafasını sola eğdi,
"Seni tanımıyorum." diye sordu.
Söyledi ama soru sorduğunu anlamam için aptal olmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ineffable
Non-FictionYaşanmaya devam eden bir hayat hikayesidir. "Tanışan iki çocuk; giden bir genç, kalan bir kız. Ve bekleyen bir kadın." dedim. "Adam?" dedi. "Asker..." dedi, titreyen sesim. "Askermiş, Asker adammış..."