Yazım yanlışı varsa o satırın yorumuna nokta koyun, kolayca düzeltebileyim.BÖLÜM 6 : YENİ SAYFALAR
🤎🕊️
Yüzünü buruştururken eliyle abisini geriye itti,
"Abi!" derken, kafasını yeriye doğru çekiyordu çünkü abisinin koca ellerinde tuttuğu kaşıkta en nefret ettiği o çorba vardı. Üstelik acıydı.
Gökçe acılardan bıkmıştı ama Ali anlamamakta ısrarcıydı, kardeşini iyileştirmek için her yolu deniyordu, "Sus, aç ağzını da ye şunu!" diye çemkirdi Gökçe'ye.Dişlerini sıkarken, gözlerini büyüttü Gökçe, "Acı ulan, acı. Sipastik misin, anlamıyor musun?!"
Sırıttı Ali, "İyi ya, biraz ağızın yanar, çok da bir şey olmaz."
Sinirle burnundan soludu Gökçe, Abisinin zorla tıkandırmalarına dayanamıyordu artık,
bıkmıştı hatta. Hasta olduğu için herkes üstüne titriyordu, ilk defa böyle olmuştu. Kimse daha önceden hasta olduğun da bu kadar üstün de durmamıştı, bu sefer sırf Emir'in yokluğunu hissettirmemek için herkes seferber olmuştu ama Gökçe her şeyin farkındaydı ve gerek bir dünya birleşip uğraşsa, Emir etmezdi. Kimse de o sıcaklık yoktu, Emir severek yapıyordu, Emir isteyerek yapıyordu. Emir, Gökçe'nin o hallerini bile sevdiği için uğraşıyordu. Emir, Gökçe'yle uğraşmayı bile seviyordu ve Gökçe'nin bir tek ona nazı geçiyordu."Abi," dedi, pes etmiş sesiyle, "lütfen kalbim çocuk. Sonra yerim yoksa kusacağım."
Ali, gözlerini narince kardeşinin teninde gezdirdi, "İyi tamam ama sonra yine yiyeceksin." dediğin de kafasıyla onayladı Gökçe. Abisi odadan çıktığın da sadece düşündü. Son yaşadıklarını. Üstün de, Emir'in çıkardıkları vardı. O çıkarmıştı ama Gökçe geri giymişti. Pasaklı, hasta oluşunu bir köşeye bırakıp üst kata çıkmak için annesinden izin aldı, izini onaylanınca yine bitkin halde üst
kata çıkmaya başladı.Kapıya geldiğin de durdu, ona bu kapıyı hemen hemen her seferin de neşeyle Emir açardı ama şimdi kim bilir kim açacaktı?
Gitmesine üzülmüyordu, bir daha gelmeyeceğine üzülüyordu. Emir, ondan bir şeyler sakladığı için üzülüyordu.
İlk defa yavaşça çaldı kapıyı, coşkusuz, neşesiz, halsiz. Kapının arkasından gamzeli çocuğun çıkmayacağını bile bile çaldı.
Kapı yavaşça aralandığın da karşısına bir kadın çıktı. Kısa, koyu sarı, dalgalı saçları vardı. Gökçe bu kızı tanıyordu, çok kez oturup kalkmışlar, hatta birlikte uyumuşlardı."Şule abla?" diye sordu, kaşlarını çatarken.
Şule'nin yüzünde ki mutluk her zaman ki gibi yerindeydi. "Gökçe'm, hoş geldin. Gel içeri..." dedi, içeriyi gösterirken.
Gökçe yavaşça içeriye girdi, kapı kanana kadar Şule'yi bekledi, Şule, ona doğru gelince Şule ile birlikte içeriye doğru yürürken sordu, "Şule abla, senin ne işin var burada?"Şule bıyıklı altı tebessüm etti, "Mehmet gelmişti. Ben de, gelip görmek istedim."
Gökçe'de hafifçe tebessüm etti, "Hoş geldin."
Yavaşça içeri geçti. Baş köşe de oturan Mehmet'i gördü,
"Mehmet abi!" dedi coşkuyla."Abisinin gülü!" diye bağırdı Mehmet, kollarını iki yana doğru açmıştı. Gökçe koşarak Mehmet'in kollarına atlamıştı. Gerek 15, gerek 25. Kaç yaşın da olursa olsun yapıcaktı bunu. Hep atlayacaktı o emin ellere.
Mehmet, sık bir öpücük kondurdu saçlarına, "Nasılsın süslü hanım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ineffable
Non-FictionYaşanmaya devam eden bir hayat hikayesidir. "Tanışan iki çocuk; giden bir genç, kalan bir kız. Ve bekleyen bir kadın." dedim. "Adam?" dedi. "Asker..." dedi, titreyen sesim. "Askermiş, Asker adammış..."