Joshua ertesi cumartesi bana telefon etti ve pazar günü buluşmak üzere randevulaştık. Evet, bunu randevu olarak adlandırabilirim. Aklıma daha uygun bir sözcük gelmiyor çünkü.
Geçen seferki gibi, sokaklarda yürüdük, bir yerlerde bir kahve içtik, gene yürüdük, akşam yemeği yedik, sonra birbirimizle vedalaşıp ayrıldık. Her zamanki gibi, ağzını pek açmadı, ama bunu önemsemiyor gibi göründüğüne göre, ben de oradan buradan rasgele konuştum. Canımız istediğinde,
yaşamımızdan ve üniversiteden söz ediyorduk, ama hep bölük pörçüktü ve konuşmanın arkası gelmiyordu. Ve geçmişe hiç değinmedik. Kendimizi tümüyle, şehirde öylesine, başıboş dolaşmaya vermiştik. Neyse ki, Tokyo geniştir ve hep yürüyebiliyorduk, sonuna asla ulaşamadan.Hemen hemen her hafta buluşuyorduk artık, böyle rasgele dolaşmak için. O önden gidiyordu, ben de birkaç adım geriden. Saçını hep arkaya doğru şekillendiriyordu ve kulağını hep açıkta bırakıyordu. Bu, hâlâ açık seçik hatırladığım çok az şeyden biridir ve belki de o dönemde onu hep arkadan gördüğüm içindir. Ne diyeceğini bilemediğinde, saçlarını eliyle hep geriye doğru tarıyordu. Ve durmadan mendiliyle ağzını siliyordu. Bunu bir şey söylemek istediğinde yapıyordu. Ve işte böylece, giderek ona karşı bir
yakınlık duymaya başladım.Musaşino'nun bir yerlerindeki bir üniversiteye gidiyordu. Sakin bir yerdi, İngilizce öğretimiyle ün salmıştı. Oturduğu dairenin yakınında güzel bir kanal vardı, bazen kanal boyunca dolaşmaya çıkıyorduk. Joshua bana yemek yapmak için evine davet ediyordu ve küçücük dairesinde baş başa kalmamızın onu özellikle rahatsız ettiğini sanmıyorum. Dairesi temiz ve derli topluydu, hiçbir fazlalığı yoktu, öyle ki, eğer pencerenin önüne, kuruması için asılmış çoraplar da olmasa insan bir erkeğin evinde olduğunu anlamayabilirdi. Sade ve azla yetinen bir yaşam sürüyordu ve çok arkadaşı varmış izlenimi de vermiyordu. Onu lise öğrencisi olarak tanıyan biri için, sürdüğü bu yaşam kolay anlaşılabilir bir durum değildi. Benim bir zamanlar tanıdığım bu genç hep süslü püslü giysiler giyerdi ve çevresinde çok arkadaşı vardı. Evini görünce, bana öyle geldi ki, o da benim gibi, üniversiteye girmekle, oturduğu kentten ayrılmayı ve kimseyi tanımadığı bir yerde yeni bir yaşama
başlamayı istemişti.- "Bu üniversiteyi seçtim çünkü bizim okuldan hiçbir erkek buraya gelmedi," dedi bana gülerek. "Sadece bunun için. Bizler biraz daha şık okullara gitmeyi alışkanlık edinmişiz, ne demek istediğimi anladın sanırım!"
Ama Joshua'yla ilişkimin hiçbir ilerleme kaydetmediği de söylenemez. O yavaş yavaş bana alıştı, ben de ona. Yaz tatilinden sonraki yeni yarıyılın başında, çok doğal bir şekilde, yanımda yürüyordu.
Bunda, beni arkadaş olarak benimsemek istediğinin işaretini gördüm ve ben de böyle güzel bir erkeğin yanında yürüyebilmekten hoşnut olmadığımı söyleyemem. Birlikte şehirde başıboş dolaşıp
duruyorduk. Hiçbir engel tanımıyorduk: tepelere tırmanıyor, ırmakları aşıyorduk ve tren raylarını
geçiyorduk. Hiçbir hedefimiz yoktu. Yürümek yetiyordu bize. Cin kovma törenine katılmış gibi, kendimizi başıboş dolaşmaya kaptırmıştık. Yağmur yağarsa, bir şemsiyenin altına sığınıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imkansızın şarkısı✧seoksoo✔
Fanfic"Gerçekte, daha başlangıçta, yaşam ile ölüm arasına gerilmiş bir iple bağlanmış bulunuyorduk birbirimize." Kulağında çalan bir şarkı ile üniversite yıllarına yolculuğa çıkan Lee Seokmin'in intihar eden en yakın arkadaşı, ailesiyle olan ilişkileri ve...