1. PARÇA

98 6 4
                                    

TREES OF ETERNITY, A MILLION TEARS

GERİ SAYIM SERİSİ V - DÖRT

1. PARÇA

Bir sağanak gibi yağdı günahlar insanlığın üzerine. O sağanağı yağdırandı tanrının kendisi. Peki, günahkâr ettiği insanlığı günahkâr diye cezalandıran kimdi?

Zaman öyle hızlı aktı ki, dünya döndükçe, döndü kötülüğü gören puslu gözler.

Zaman öyle hızlı aktı ki, beyaz kirlendikçe, kirlendi üstüne yalan sinen bedenler.

Zaman öyle hızlı aktı ki, doğrular hiç oldukça, hiç oldu duyulmayan gerçekler.

Tüyler ürperten bir geceydi. Sis öyle hâkimdi ki yeryüzüne, göğün bağrından kopan yaşlar bile görünmüyordu düştüğü yerde. Ağaçlar, ormanlarda gizlenen gardiyanlar gibi dağın yamacından göğe doğru uzanıyordu. Etraf, kulak tırmalayıcı bir sessizliğin hâkimiyeti altındaydı. Sessizlik tek kuralmışçasına ve sanki insan bütün kurallara uyuyormuşçasına etraf sakin ve sessizdi. Bir uğultu, gecenin karanlığını ikiye ayırıyor; ikiye ayrılan geceden geçmiş süzülüyordu uğultunun üzerine, kanıyordu gece, geçmiş diye.

Zamanın durmak ve akmak arasında gidip geldiği o tüyler ürpertici geceydi, her şeyin başladığı saatler. Kulak tırmalayan sessizliğin bir uğultu ile ikiye ayrıldığı yeryüzünde zaman akrebin yelkovana sapladığı iğne sayısı ile doğru orantılı bir şekilde akıyor, işlenen onca cinayetin kanı akan zamanın üzerine damlıyordu. Özlemler bir balyoz gibi insanların sarsılmaz iradelerine çarpıyor ve iradeleri yıkılanlar, bir hacıyatmaz gibi ne kadar darbe alırsa alsın dimdik duranlara hasetle bakıyordu.

Öyle çok canlar yanıyordu ki görülmeyen köşelerde, kimse kafasını çevirip de bakmıyordu sokağın sessizliğine.

Yanan can dilsizleşir, küle dönen can dünyanın en şiddetli çığlığını atardı. İşte bu yüzden dünya, canı dilsizleşenlerin gizlendiği sokaklardı. İşte bu yüzden dünya, canı haykıranların uyuyamadığı odalardı.

Kimine göre bir avuç topraktan ibarettik, kimine göre de bir kavanoz külden. Oysa hepimizin bildiği üzere geldiğimiz gibi gidecek, ardımızda kalan son insanın hafızasından silindiğimizde de hiç yaşamamış olacaktık.

İşte bu yüzden dünya, unutulan insanların bir zamanlar yaşamak zorunda bırakıldıkları cehennemdi.

İleriye doğru kararlı bir adım attığında göğün bağrında çakıp üzerinde durduğu yolu aydınlatan şimşek, içini derin bir huzursuzlukla kapladı. Boğazından aşağıya akan sıvı, geçtiği tüm yolları yakarcasına daha da aşağıya inerken bakışları yolun ilerisindeki manzaraya odaklandı. Yolun kenarında beyaz bir kamyonet duruyordu ve kamyonetin farları yanık durumdaydı. Etrafta farlardan başka ışık yoktu, rüzgârın uğultusu yağmur damlalarının sesiyle karışıyor ve etraf sessizliğin hâkimiyetinden kopup gürültünün boyunduruğu altına giriyordu. Her geçen saniye içinde büyüyen huzursuzluğa, bir de korku ekleniyordu.

Biliyordu ki insan sessizliği sevse de huzursuz edici sessizlik mutlak suretle korku verirdi. İşte bu yüzden belki de dünya, sessizliği sevenlerin zamanı geldiğinde sevdikleri sessizlikten bile korkmalarına sebep olan bir riyakârdı.

Soğuktan kuruyan dudaklarını ağzının içine hapsettiği dilini serbest bırakarak ıslatıp omzunun üzerinden arkasına baktı. Orada, ileride, arabanın yanında kendisine bakan bir adam duruyordu. Adam güven vermek istercesine başını hafifçe salladığında önüne dönüp yürümeye devam etti. Elini kemerin arkasına sıkıştırdığı silaha doğru yavaşça yakınlaştırdı ve kaşlarını çatarak titrek bir nefes çekti içine. Kamyonetin yanına ulaştığında açık olan kapısına yanaştı ve bakışları oldukça hızlı bir şekilde kamyonetin içinde gezindi.

4 (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin