jisung
"hey! beni bekle kim seungmin!"
sırt çantamla peşinden koştura koştura yetişmiştim ona. benden uzun olduğu için adımları da daha büyüktü hâliyle. arabasına binip beni beklemeye başlamıştı. ben de bindikten sonra arabayı çalıştırdı ve çıkışa doğru sürdü. ana yola çıkınca hızını arttırıp öyle devam etti yola. daha önceden gördüğüm seungmin'e asla benzemiyordu. dün gece olaylar yaşanmadan öncede böyleydi fakat şu an bu tuhaflık daha da fazlaydı.
bu sessizliğe dayanamayıp konuşma başlatmak istedim. "üniversite sahibinin baban olduğunu bilmiyordum."
"bayan seo ve iki arkadaşım dışında kimse bilmiyor. bir de tabi sen ve jeongin."
"saklıyor musunuz?"
"saklamak için özen göstermiyoruz ama sorulmadığı sürece de söyleme ihtiyacı duymuyorum. insanların bana olduklarından farklı davranmasını istemem."
"o zaman ben de kimseye söylemem."
"teşekkür ederim." diyip suratında içten bir gülümsemeyle bana döndü. gözlerinden anladığım kadarıyla baya sarsılmış. eski hâline döndürmek için uğraşmam gerektiğini hissettim.
"bu kibar hâller ne kim seungmin. benim bildiğim kim seungmin gülmek yerine suratıma tükürmeyi tercih ederdi." bu dediklerimle beraber arabada yankılanacak bir kahkaha patlattı.
"doğru tabi. yalnız sen kim seungmin'i biliyor musun han jisung?" bir kaşını kaldırarak sormuştu bu soruyu.
"öğrenmeye çalışıyorum diyelim. mesela çalıştığım hastaneyi nerden bildiğini öğrenmeye çalışıyorum. gerçi gerçekler neyse söyler misin bilemiyorum." dediklerimle beraber suratında ki neşeli ifade kayboldu. bazı şeyleri toparlamak yerine batırmıştım galiba. merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki bunları söylemekle başlamalıydım.
hiçbir şekilde cevap vermedi veya konuşmayı devam ettirmedi. başka zaman olsa irdelemeyi tercih ederdim ama şu an yeri ve zamanı değildi. yine de sapık mı yoksa daha fazlası mı merak ediyordum.
hastaneye geldiğimizde giriş kapısının yakınına doğru arabayı durdurup bana döndü. niye bilmiyorum ama onu bu hâlde yalnız bırakmak hiç istemedim eğer ki nöbetim olmasaydı bırakmazdım da sanırım. kim seungmin her hâliyle çok tuhaftı aynı zamanda bir şey daha vardı henüz çözemediğim bir şey.
"teşekkür ederim beni buraya kadar bıraktığın için. bu havada toplu taşıma hiç çekilmezdi." dedim ve kemeri çıkardım, arabanın kapısını açtım.
"rica ederim. sırf araba sürmeyi sevmiyorsun diye araba almaman senin hatan." arabadan indim ve ona cevap verdim.
"gerçekten de benim hakkımda çok şey biliyorsun kim seungmin öyle mi? pekâlâ, gelişmeler için bana mesaj atarsın nasıl olsa sosyal medya hesaplarımı ya da numaramı biliyorsundur. iyi günler."
"iyi günler han jisung." dedi ve suratına kapıyı sertçe kapattım. arada beni uyuz ettiği doğrudur.
tüm gün sürecek olan nöbetimden dolayı da ayrı bir sinir vardı üzerimde. stajda olan bir öğrenciye nöbet yazmak kimin mantığına sığar. acilde 24 saat nöbet. tanrım delirmek üzereyim. ya ne güzel yazıcaktım matematik öğretmenliği mis gibi yaşayıp gidecektim. hemşirelik nedir ya.
öğlen saatlerinde başlayan nöbetim git gide daha da ilginçleşiyordu. öyle hastalar görüyorum ki doktor olsam asla kaldıramam. hele ki kaç yaşına gelmiş koca koca adamların iğneden korkar olması. bazen haddimi aşıp sinirden fazla sert yaptığım oluyordu iğneleri. ama ne yapayım onlar da düzgün dursunlar. gece saatlerinde acil daha sakin olmuştu. en azından gelen hastalara sadece iğne yapıp, damat yolu açıyorduk. yanımdaki aynı benim gibi stajyer arkadaşıma döndüm. "kahve almaya gidiyorum sen de ister misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cliché / jeongsungmin
Fanfiction"lütfen izin verin geçeyim." "özür dilemek nedir bilmez misin sen?" "tüm deliler beni mi bulur tanrım."