9. Bölüm

33 8 3
                                    

Aşk.
Siz aşık oldunuz mu daha önce? Karşı cinse değil, kendi cinsinize... Allah kahretsin, kendimden nefret ediyorum. Çünkü ben oldum.
Ne suç işledim ben? Doğru salağın tekiyim, kendi babamı öldürüp ne suç işledim diye soruyorum kendime. Gerçi bilerek olmayabilir ama neyse.

Hyunsuk'tan korkuyorum. Deliler gibi korkuyorum hem de. Ona her şeyi anlattığım günden beri bana daha yakın ve beni kırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ben de yapıyorum tabii, sorun o değil.
Sorun ne yaparsam yapayım ondan korkmam.
Yanına geldiğimde nasıl korkuyorum anlatamam. Kalbim güm güm çarpıyor, ellerim soğuyor ve başım dönüyor resmen. Ona eskisinden daha farklı gözlerle bakıyorum.

Kahretsin, kendimden iğreniyorum.

Bu toplumda kötü bir şey, hatta ben eskiden bizim toplumumuzun düşünceleri yüzünden arkadaşlarımla sarılamazdım. Kızla sarılsanız karı mı alacaksın, -ki bu iğrenç bir tabir- erkekle sarılsanız gay oluyordunuz. Neyse ki toplumdaki algılar son zamanlarda biraz daha yumuşadı. Sarılabiliyoruz yani, yumuşadıdan kastım o.
Ve bu yüzden korkuyorum. Zaten benim kimsem yok. Hyunsuk ailesinden uzak. Bizi boş buldular mı yakarlar. Hele hele benim idam kararımın verilmesi için sadece sınıftakilerin öğrenmesi bile yeter. Hem Hyunsuk'a güveniyorum ama söyler mi söylemez mi bilmiyorum ki.

Belki de homofobiktir. Zaten bende öyleydim. Yani gerçekten hislerimin olduğunu anlayana kadar öyleydim ama keşke öyle olmasaydım. Kendimden hâlâ nefret ediyorum. Salak gibi evde oturup düşünüyorum, başka yaptığım bir şey yok zaten.

Okul kapandı. Salgın bir hastalık dolaşmaya başlamış öğrencilerde. Bu yüzden bir süreliğine okul yok ve bu çok iyi bir şey. Hayatımı düzene sokmaz ama daha da çok karışmasından iyidir. Bu gidişle en kötü üniversiteyi bile kazanamayacağıma eminim. Gerçekten, ders çalışmam gerek.
Aşık olduktan sonra çok değiştim gibi hissediyorum. Ah hayır, o klişe kelebekler bahanesi gibi değil. Sanki bardağı bile daha değişik tutuyorum. Daha sıkı... Çünkü uğruna yaşadığım biri var. Oysaki ben, ölürsem annem ne yapar diye düşünüp intihar etmeyen bir insandım fakat aşk bambaşka bir şeydi.
Bardağı hiç bu kadar sıkı tutmamıştım, ya da kimseye bu kadar sık yazmamıştım. Kimseyi bu kadar sık aramamış ve kimseye bu kadar çok değer vermemiştim. Kimseyle bu kadar cicili biçimli konuşmamıştım, kimseyle bu kadar kahkaha atmamıştım ve kimseyi bu kadar sevmemiştim.
Hyunsuk ilkti. Hyunsuk benim her şeyimin birincisiydi. İlk aşık olduğum, ilk sevdiğim, ilk kahramanım, ilk arkadaşım, ilk dostum, ilk beni bu kadar iyi anlayabilen biri ve daha bir sürü ilk Hyunsuk. Hyunsuk her şeyimin birincisi. Hatta o, her şeyim.

Çünkü şu an hayatta onun dışında kaybedecek ne biri, ne de bir eşyam var. Kimsem yok. Tek o var.

Belki de hemcinsine aşık olmak o kadar da kötü değildir, belki de kötüdür. Belki de ilişkinizde kötü niyet olmayınca ona hiçbir şey olmazdı. Hem kötü niyet neydi ki? Neydi kötü niyet? Hayatta neden bu kadar kötü insanlar vardı?
Belki de hiçbir şey yoktu şu an benim yaptığımda. Benim korkmamı sağlayan şey sadece toplumun pis, kötü, iğrenç ve fesat bakışlarıydı. Belki de benim ve benim gibilerin hiçbir suçu yoktu, belki de tek suç halkındı. Bir şeyleri kalıplaştırmışlar ve bizim onlara uymamız için "ayıp" ve "terbiyesiz" lakaplarını uydurmuşlardır.
Belki de hayat sadece esaretlerden kurtulacak mıyız, yoksa onların sınırlanının içinde mi yaşayacağız diye yapılan bir testti.
Küçük ve esoğuk ellerim telefona gidince hafiften titremeye başladı. Hâlâ korkuyordum ama inanın kendi korkumu bile önemsemeyecek kadar kararlıydım şu an. Terk edilme ve yalnız kalma, hatta sırlarımın ortaya dökülme şansı varken. Belki de Hyunsuk böyle bir şey yapmazdı. Ama belki de acılar içinde terk ederdi sadece beni.
Numarasına bastığımda artık geri dönüşüm yoktu. Ona gelmesini söyleyecek, bahaneler uyduracak ve birlikte bir gün geçiririz diye ona yalan söyleyerek onu çağıracaktım. Başka çarem yoktu, sevmemiştim, sevilmemiştim ve duygularımı nasıl ifade edeceğimi bile bilmiyordum.

Telefon çaldı... Çaldı... Ama açılmadı. Garipseyerek ekrana baktığımda yılmayarak bir daha aradım, bu sefer merak etmiştim. Çok merak etmiştim. Neden açmamıştı?
Hey, endişelenme Jihoon. Belki de sadece banyo yapıyordur, ya da belki lavabodadır, ya da uyuyordur... Bu kadar kötü düşünmek zorunda değilsin.
"Efendim Jihoon?" Diye açıldı telefon, ikinci çalışında. Fakat ben karşıda neşeli, ben bekleyen, şirin bir Hyunsuk sesi duymamıştım. Ondan eser yoktu.
Ağlıyordu.
Sesi çaresizlikle karışmış üzüntü gibiydi.
Sadece iki gün görüşmedik, ne oldu?
"İyi misin Hyunsuk? Ne oldu?" Dedim endişeyle. O ise önceden ağlamaklı olan sesi ve nefesini bıraktı, onun yerine karşıda hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
"Ne oldu Hyunsuk? İyi misin? Geliyorum oraya bekle." Dedim ve saniyeler içinde kapattım telefonu.
Hemen üstüme bir şeyler giyip anahtarımı ve telefonunu yanıma alarak koşup çıktım evden. Neler olduğunu bilmiyordum ama kötü bir şeyler olduğu belliydi.
Sonunda evine geldiğimde koşa koşa soluksuz beş kat çıktım. Kapıyı çaldığımda hemen açıldı.
Kapıyı açan Hyunsuk'tu ve gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yanakları ağlamaktan ıslanmıştı ve... Kan.
Elleri ve kıyafeti kan içinde kalmıştı. Elleri titriyordu, kanlı elleri. Kıyafetleri buram buram kan kokuyordu.
"Jihoonie..." Dedi çaresizce ağlarken. Onu öyle görünce benim de ellerim hafiften titremeye başladı. Hyunsuk...
Bana o anı hatırlatmıştı.
O anı...
"Babam annemi dövüyor diye onu bıçakladım Hoonie... Ama annemin nabzı atmıyor..."
-----------------
"Baba!" Diye bağırdı küçük Jihoon çaresizce. Elleri kontrolsüzce titriyordu. Gözleri ağlamaklıydı, küçük çocuk korkudan zor konuşuyordu. Şok olmuştu, ne yapmıştı?
"Baba... Şaka yaptım ya..." Dedi ağlamaya başlarken. Babası yüzlerce kilometre kadar yerde, kırmızı sıvılar içinde yatmaya devam etti ve gözlerini bile açmadı.
"Baba..." Dedi çaresizce bir daha küçük, kahve saçlı çocuk. Ağlıyordu.
"Özür dilerim... Benimle oyun oynamak yerine bana kızınca ben de sana kızdım... Gel vur bana söz bir şey demeyeceğim..." Diye ağladı ama bu hiçbir işe yaramadı. En sonunda sinirlenip, "Ya baba şaka yapma bana korkuyorum geri dönseneee!!!!!" Diye boğazını yırtacak, kulakları neredeyse sağır edecek şekilde çığlık attı.
"Kırmızı boyalar hiç güzel değil, bende de oluyordu ve korkuyordum, can acıyordu baba. Özür dilerim canını acıttığım için. Kalbinde acımıştır şimdi." Dedi ama babası yine cevap vermeyince kesilen ağlamasının yerine daha kuvvetli ve hıçkırıklı bir ağlama geldi. Çocuk bu sefer babasının sonsuz uykuya yattığını ve onun yüzünden olduğun anlamıştı.
"Özür dilerim... UYANSANA!!!" Diye bağırdı acı içinde kahve saçlı şirin çocuk. Ama babası uyanmadı. Annesi gelmedi. Yalnız başına orada, saatlerce ağladı.
Ne zaman gözleri kan çanağına döndü, ağlamaktan başı döndü, midesi bulandı, gözlerinden kan akmaya başladı, o zaman uyuyuverdi, hatta belki de bayıldı. Annesi o zaman kin içinde geldi ve kahve saçlı kısa ve şirin çocuğunu ayağının kenarıyla bu ölüm uçurumundan itti. Kahve saçlı şirin çocuk hızla düşerken kadın, delirmiş gibi onu izledi. Çocuk yere düşüp neredeyse parçalarına ayrılıp kanları etrafa vahşice saçılırken kadın gülümsedi ve kocası için göz yaşı dökerek oradan uzaklaştı.

Evet, bu kadar bölüm okuduğunuz şey birbirlerine verdikleri Sevgi Hançeri ile aynı anda intihar edip hayaletler aleminde tekrar karşılaşıp birbirini dünyadan tanıyamayan, aşık hayaletlerdi. Tanrı onları yine bir araya getirdi ve yine aynı şeyleri yaşadılar. Ama birbirlerine olan aşkları hiç değişmedi.
Kaderleri de :)

   .                       -SON-










1074 kelime ve son. Ciddi ciddi ağlıyorum şu an neden böyle bitirdim diye ama değişik, ilginç ve güzel bir ters köşe oldu bence. Bu kitabı da tamamladık, vatana millete hayırlı olsun qkqjmajskdmdbd
Tüm okurlarıma görüşürüz🥺🥺🌸🌸🌷🌷💎💎💎

Sevgi Hançeri (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin