Dünyada birçok şeyin acısı geçebilirdi, bir mutfak kazasının parmakta yarattığı kaos, yere düşünce acıyan bir bacak, arkadaş kazığı ya da araya üçüncü kişilerin girdiği olaylar, çok sevdiğin birinin ölümü. Bunlar geçerdi. İnsan geçmiyor diye hiçbir acıya ağlamazdı, her şey elbet bir gün geçerdi. Yeni bir gün, yine bir gün olmuyordu bazıları için. Toparlanması çok uzun sürse de Asiye'nin, küçük Emel'in ve en sonunda başı buyruk Ömer'in acısının geçtiği anıları olmuştu. Herkes yeni bir günün sabahında gelecekleri için ayağa kalkmak zorundaydı, acı elbet kendini hatırlatırdı, özlem kendini kalpte hissettirirdi ama insanoğlu bununla da baş etmeyi kendi yöntemleriyle bulmuştu. Ömer'in anne baba bildiği kişiler ölse de, abisini kazada kaybetse de yine gülümsediği anlar, ağladığı anlardan çoktu. Bunun farkındaydı, bunu becerebilen insanların değil hayatında tek bir insanın başardığının farkındaydı.
Pek bu zamana kadar belli etse de sıcak havada üşümesini sağlayan kalbi Süsen'le birlikte ısınmıştı aslında, yere göğe sığdıramadığı öfkesi bir nebze onunla iyileşmişti. Hayatta çok daha farklı öncelikleri olsa da bir öncesine Süsen'i koyardı, bir şeyi yapmak kolaydı, biriyle yapmak ve bunu sürdürmek çok zordu. İlişkileri aslında hep inişli çıkışlıydı ve bu olayın tuzu biberi değildi. Kalp yokluyordu onları ve teste sokuyordu. Ve ne kadar birbirlerini kırarlarsa kırsınlar bir gün unutup hayatlarına devam ediyorlardı. Kalpleri birbirlerini unutmuyordu.
Önceki ayrılıklarında Ömer'in, Süsen'e söyledikleri ağıza alınmayacak laflar değildi fakat Süsen bunu affetmişti. Süsen kendi hatalarının hep farkında olan bir insandı. Ömer kalbine düştüğü vakit çok kere söyleyesi gelmişti gerçekleri ve çok kez de durdurulmuştu. Arkasında dağ gibi duran biri yoktu, kol kanat germemişti ve her ne hikmetse her günahın suçlusu o oluyordu, birden kendini orada buluyordu. Hayatı boyunca bela çeken insan hiç olmamıştı ama Ömer'le tanıştıktan sonra iyi günlerini özlemle arıyordu.
Ama yine de şu haliyle karşısına geçip sorsalar yine Ömer derdi ve bundan asla şüphe etmezdi. Hayatlarında tek farklı oldukları yer burasıydı aslında çünkü birbirine benziyorlardı. Bunun farkında olamadıkları için işte sürekli birbirini kırıyorlardı.
Yalanla başlayan her olay ise toplanamayacak cam parçası kadar kırıyordu kalplerini. Ömer öfkesiyle, Süsen ise üzüntüsüyle başa etmeye çalışıyordu. Aslında öfke geçerdi ama Ömer kalbine kızgındı. Şu an ağlamaktan başka çaresi yokken bile kalp ritmini zorlayan o acıyla baş edemediği için yakıp yıkıyordu her yeri.
Duramamıştı Ömer onun karşısında. Öfkesi o kadar yüksekti ki bir anlığına kızın üstüne yürüdüğü bile olmuştu, bela okumuştu ki bunu okurken yüzünün aldığı şekil bile ürkütücüydü, kendinden korkmuştu. Dayanamadığı için çıkıp gitmişti kendini savuracağı bir yere.
Süsen kalbinin hak ettiği yerde, zeminde bir başına öylece durmuş ağlıyordu. Belki de hayatı boyunca dökeceği gözyaşını bu birliktelikle ve bunun getirdiği bir sırla tüketecek duruma gelmişti. Gideceği bir yeri yoktu, ev diye bildiği fakat içinde kimsenin olmadığı yerde durmaktansa bu odada kalmak daha az acı vericiydi onun için.
Kalbine vurdu yüzlerce kez, bir anlığına olsa ve şuraya yığılıp kalsa yine arkasından kimsenin ağlamayacağının farkına vardı. Yalnızlık o kadar kötüydü ki hep yaralamıştı onu bu süre boyunca. Tehditlere göğüs geremeyişi de bu yüzdendi. Cesareti yoktu, çok kez söylemek istediği ve yerine pısıp kalmasının tek sebebi birinin onu sevebilecek olmasıydı. Dalga geçildiği gibi prenses değildi, el bebek gül bebek büyütülmemişti bu saçma bir oyundu. İnsanlar başkaları hakkında dalga geçmeye bayılırdı. Bu fikir onunda hoşuna gittiği için sadece bu oyunu sürdürmek istemişti.