Terastan indiklerinde Ömer'i fark eden arkadaşlarından birkaçı ona laf attı, biri sahnenin orta yerinde onu durdurup sohbete başladı. Can kabalık etmemek adına, Ömer'in onu dahil etmesiyle muhabbete dahil oldu. Süsen'de tepkisiz bir şekilde kalabalığın arasından sıyrılmış kenara bir yerde kurulup durmuştu. Ömer'in bir niyeti yoktu ama arkadaşının sohbeti uzattığını ve Can'la da bir anda haşır neşir olduğunu gördüğünde bu konuşmanın şimdilik sonlanmayacağını anladı. Beyleri bara yönlendirip kendisi lavaboya gideceğini söyledi. Ortam gürültülüydü. Sadece bir nasılsın diye sormayı istemişti. Onun olduğu tarafa ilerledi. Usulca yaklaştı, Süsen'in arkası dönüktü ama Ömer'i fark edebiliyordu. Yanına yaklaşıp kolunu tutunca sanki bunu daha önce planlamış gibi birden hızla çekti kendini.Ömer anlık afalladı. Konuşmamasını bekliyordu ya da öfkeyle üzerine yürümesini. Ama bunu beklememişti.
"Bir nasılsın demek istemiştim." dedi, onun duymasını sağlayarak.
Süsen yüzüne dahi bakmadı. Gözleri dans eden insanların üzerindeydi.
"İyisin bunu görebiliyorum." dedi, tiz bir tonda. Onu baştan aşağı inceledi. Kendi sesini duyurmak adına birkaç mesafe yakınına geldi. Can'ın ve arkadaşının sohbet ettiğini izlediğini fark edince belki buradan iletişim kurarım diye düşündü. "Bir anda muhabbete başladılar, ben de yanlarına gideceğim birazdan. Ama ilk seni görmek istedim!"
Sanırım ona cevap vermeyecekti. Fakat o vazgeçmeyecekti de.
"Buralarda mıydın? Öyle olsaydın, lise mezuniyetine de gelirdin a—" Ah! Ne diyordu? Saçmalamasa iyi olurdu. Kızın birden arkasını dönüp ona keskin bir şekilde bakmasını beklememişti. İçini bir korku kapladı. "Pardon, öyle demek istememiştim. Hani lise falan ya, iyi anıl—" Ne iyi anısıydı? Hayatının en kötü anını yaşatmıştı bir de neden gelemediğini mi soruyordu. Bayağı aptallaşıyordu. "Ben çok özür dilerim gerçekten. Dilimi kesesim geliyor bazen! Seni öyle birden görünce..."
Tekrar önüne döndüğünü görünce lafını da devam ettiremedi. Sanırım bir içki ısmarlayıp arkadaşlarının yanına gitmeliydi. Ortada gezen barmenlerden birine masaya bir içki bırakmasını rica etti. Masanın sol köşesinde gözüne bir şey ilişirken o şeyin Süsen'e ait olup olmadığını anlamaya çalıştı. Aslında öylesine dik ayakta durmuyordu. Sol kolunu bir duvara dayamış ve ellerini göğsünün üzerinde birleştirmişti. Bu bastona benzer şey onun muydu?
"Şey, bu senin mi? Yoksa başka birinin mi?"
İkincinin olması muhtemeldi. Hem neden bastonla yürüyor olsundu ki. Fakat bunun da cevabını alamadığında artık daha fazla uzatamayacağını anladı. Belki arabada konuşurlardı. Şimdilik buradan uzaklaşmak onun öfkesini dinginlerdi belki. Arkadaşlarının yanına geldi bir süre sohbetlerine dahil olmaya çalıştı ama aklı hala solunda duran, etrafı gözleyen Süsen'deydi. Hem barda tek başına duruyor ve hiç kımıldamıyordu. Sadece gözleri insanların üzerinde geziniyor ve bir an olsun Ömer'e bakmıyordu bile. Ne ona baktığını yakalamış ne de yanında duran adama baktığını görmüştü. Sadece usulca beklemesini izledi dakikalarca.
Saat gece yarısına geldiğinde muhabbetleri de sona yaklaşırken her beş dakikada bir yaptığı gibi Süsen'e baktı. Ona ısmarladığı içkiyi bile içmemiş yenisini dahi söylememişti. Ve evet, baston onundu. Can'ın ayaklandığını görünce onun da bastonuna sarıldığını fark etti. Acaba neyi vardı?
Can kabanını giyerken laf arasında sanki muhabbet etmeye çalışıyormuş gibi Süsen'i bahane etti. "Kendisi bize pek dahil olmadı ama, kızmasın sana." dedi, şakaya vurarak.
Can pek öyle değil der gibi dudağını büzdü. "O pek kimseyle konuşmaz zaten, alınmamıştır merak etme."
"Merak ettiğimden değil de..." Deli gibi merak ediyordu işte. "Ya şey sanırım ayağını burkmuş da hani onu orada öylece yalnız bıraktık ondan dedim." diye dalgaya vurdu. Fakat Can'ın çakmaması için dua ediyor cevaplamasını dört gözle bekliyordu.