Tatlı yorgunluğun etkisi ile sızıp kaldığı zorunlu uykudan, sarsıla sarsıla ve çığlık atarak uyandı Cemre. Öyle korkmuştu ki, uyandığında yatağında değildi. Gördüğü korkunç rüyanın etkisi ile alçak ve tek kişilik yatağından düşüvermişti. Yatağın ayak ucu tarafına gelen köşesinde, kapı ile yatak arasında bir yerde olduğunu fark ettiğinde, gördüğü rüyanın ürkütücü etkisinin boyutunu da anlamıştı. Rüyadan daha çok, korkunç bir kâbustu yaşadığı. Terden sırılsıklam olmuştu. Saçları bile sanki yeni yıkanmış gibiydi. Bütün vücudu kaskatı kesilmişti. Halen korku içinde titriyordu. Rüyasında kıyametin koptuğunu görmüştü. Zaten düşüncesi bile korkunç olan bu olay, rüya tarzı ve sıra dışı görüntülerle teste tabii tuttuğu Cemre'yi çok derinden etkilemişti. Neredeyse hiç kimsenin görmediği, en azından hiç kimseden duymadığı oldukça tuhaf bir rüya görmüştü. Üstelik de kıyamette cereyan edeceğini bildiği şeyler değildi gördükleri. Olaylar çok daha abartılı ve sıra dışı yansımıştı yumuk gözlerine. Öyle ya, nasıl titremesindi ki; Güneş, gökyüzünün neredeyse bir çeyreklik bölümünü kaplamıştı. Yıkıntı bir evin, zor ayakta duran duvarının gölgesine girerek yüzünü duvara dönmesine rağmen, gözünü açamayacak kadar parlaktı. Bununla da kalsa iyi! Üzerine ıslak bir battaniye örtmesine rağmen, her tarafından dumanlar çıkmasına ve derisinin kuru bir çıra gibi yanmasına neden olacak kadar sıcaktı o Güneş. Bu ahval üzereyken ve tüm canlılar çaresiz bir haldeyken, bütün yeryüzü tarif edilemeyecek bir şekilde hareket etmeye başlamıştı. Birkaç saniye içinde, ters istikametteki uzak dağlar birbirine geçiyordu. Bu hengâmede evler, ağaçlar ve hayvanlarla birlikte binlerce insan, sanki çakıl taşı gibi havada savruluyordu. Gölgesine sığındığı derme çatma duvar ise yaklaşık altmış derecelik bir açıyla eğriliyor, bir yandan onu koruyor gibi görünse de diğer taraftan çıkardığı anlamsız ve korkunç seslerle Cemre'yi tehdit ediyordu. Yerden fışkıran ve yüksekliği yirmi metreyi bulan kanlı kaynar sular, hem sürüklenip birbirine geçen dağların hem de Cemre'nin sığındığı duvarın üzerinden aşıyor, sonra da Güneşin korkunç ısısı nedeniyle, çok sayıda insanı da içine çekerek buharlaşıyordu. Daha önce hiç görmediği yüzlerce korkunç yaratık ortalığı sarmıştı. Kiminin ağzından dev alevler püskürüyor, kiminin çıkardığı sesler kulakları yırtarak kan revan içinde bırakıyordu. İriliğinden dolayı cüssesinin tamamını göremediği ve heybetini tahayyül edemediği bir yaratık, tam karşısında dikilmişti birden. Tam karşısında dese de, neredeyse iki kilometre uzağındaydı aslında. Ürkütücü ve korkutucu azameti nedeniyle sanki karşısında duruyor gibiydi. Her tarafı dikenliydi. Dikenleri, sanki ucu sivriltilmiş yüz yıllık çınar ağaçlarının ana gövdesi gibiydi. Ağzının içi dâhil, bütün vücudu siyah renkliydi. Hatta linyit kömüründen daha kara ve insanın gözünü kamaştıracak kadar da parlaktı. Bakabileceği bir ayna olsa, kendi görüntüsünden bile korkacak kadar dehşet vericiydi bu yaratık. Onun bakabileceği kadar büyük bir ayna, ancak gökyüzüne benzer bir şey olabilirdi. Öyle bir şey de henüz imal edilmemişti. Çok geniş dairelerden oluşan, dört bloklu ve on katlı bir apartman büyüklüğündeydi. Ağzı yaklaşık bir oda büyüklüğünde, ayakları ise neredeyse büyük bir köprünün ayakları kadardı. Kulakları yoktu. Bu yüzden Cemreyi de başka kimseyi de duymuyordu. Görünmeyecek kadar küçük olan gözlerinden düşen ve düştüğü yerde büyük bir alev topuna dönen kor damlaları, yangına körükle gitme görevini üstlenmişti. Bu şartlar altında, kimseyi görmesi de mümkün değildi zaten. Dahası, bu kadar büyük bir cüsseye sahip olmasına rağmen bir tavşan kadar hızlı koşuyor ve bir kaplan kadar da çevik hareket ediyordu. Bir sağa bir sola hamle yapıyor, bu haşmetli ve azametli haliyle, kimseyi duymadan ve muhtemelen de görmeden, çok hızlı bir şekilde ilerliyordu. Attığı dev adımların her biri tahminen yüz elli metre kadardı. Elinde, kamçı olarak nitelenebilecek, şerefesiz bir minare gibi ama saydam ve esnek bir cisim vardı. Dev boyutlu olmasına rağmen bir yılan gibi uzayarak kıvrılabilen bu acayip şeyi, her salladığında kocaman apartmanlar yıkılıp yerle bir oluyor, ağaçlar ve dağlar havada savruluyordu. İşte bu korkunç haliyle Cemre'ye doğru gelen yaratık, önüne gelen her şeyi yutuyor, ağzına aldığı her madde, dişlerinin arasında aniden tutuşarak alev alıyordu. Her adım attığında Cemre'nin bastığı yer titriyor, duvar çatırdıyordu. Bu dev adımlara rağmen nedense bir türlü Cemre'nin yanına gelemiyor, Cemre ise ondan kaçmak için koştukça, tuhaf şekilde daha geriye geliyordu. Sanki görmediği biri, ayağının altındaki zemini geriye doğru çekiyordu. Yaratık, hızlı ve dev adımlarla Cemre'ye doğru koşarken, Cemre de kaçmak için attığı o hızlı adımların, kendisini geriye doğru çekmesini bir türlü engelleyemiyordu. Eski romantik filmlerin neredeyse tamamında yaşanan, "âşıkların kavuşma sahnesi" gibiydi gördükleri. Tek fark; filmlerde kavuşmak için atılan adımların, burada kavuşmamak için atılmasıydı. Cemre, hem koşmasına rağmen kaçamıyor hem de dev adımlarla kendisine doğru hızla koşan yaratık, bir türlü kendisine yetişemiyordu. Sesinin çıkmadığını fark etse de, sesini alabildiğine yükselterek anne ve babasına sesleniyor, ancak hiçbir şey yapamamanın acizliğiyle, an be an ümidini yitiriyordu. Artık mecali kalmamış, cesareti tamamen tükenmişti. "Yeter artık. Geleceksen gel. Dayanamıyorum daha!" diye hançeresini yırtarcasına ve tüm gücünü toplayarak bağırdığında, yaratık da sanki bu çağrısına cevap verircesine son adımını atmıştı. Attığı bu "uygun adım" yeri titretmiş, bu titremenin etkisiyle de gölgesinde saklandığı duvar, Cemre'nin üstüne yıkılmıştı. Yaratığın, açık vaziyetteki dev ağzı, Cemre'yi de, duvarı da ve orada ne varsa hepsini de dişleri ile tutuşturup, bir lokmada yutacak kadar büyüktü. Üstelik de bir yıldır açmışçasına iştahlı görünüyordu. İşte tam bu anda çığlık atarak uyanmıştı Cemre. Attığı çığlık o kadar korkunçtu ki. Evin, Cemre'nin odasına en uzak odasında uyuyan annesi ve babası da uykularından uyanmış, gayriihtiyarî olarak hemen Cemre'nin yanına gelmişlerdi. Hızlıca ve büyük bir telaşla onlara anlattı gördüğü korkunç rüyayı Cemre. Onlar da çok etkilenmişti. O kadar fazla etkilenmişlerdi ki, Cemre'nin yerde olduğunu gördüklerinde, bu korkutucu etki nedeniyle yataktan düştüğünü anlamışlardı hemen. Cemre halen yerde, hiç kıpırdamadan duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRDÜNCÜ CEMRE
ChickLitBir baba ile kızı arasındaki manevi aşkın göz yaşartıcı romanı. Cemre ile babasının; gerilim, duygusallık, aşk ve gülümseme ile harmanlanan hüzünlü hikâyesi.