"İdealler vardır, insanların çoğu için ulaşılmaz gibidir. Oysa yeryüzü ideallerine ulaşmış insanlarla doludur. Bunun, elbette bir sırrı olmalı. İdealine ulaşmak isteyenin yorulmaya hakkı olamaz. Bizim yorgunluk sandığımız şey, zannederim yaşadıklarımız nedeniyle kapıldığımız bıkkınlık duygusudur. Bıkkınlık ise zaman zaman insan bünyesini yoklayıp, uygun ortam bulduğunda da hemen oraya yerleşiveren bir virüstür aslında. Buna asla fırsat vermemelisin. Son derece yetenekli olan ama çalışmayan birini, çok çalışan ama yetenekleri sınırlı olan azimli biri kolayca geçebilir. Çalış, hep çalış, azimle çalış. Karşılığını mutlaka görürsün."
Babasının, çok kitap okumasının da yansıması olan bu sözleriyle, yeni bir dertleşme faslı başlamıştı. Cemre pür-dikkat kesilerek hem bakışlarını, hem de beyninin tüm kapasitesini babasına odakladı. Sessizce hayat öğretmenini dinliyor ve bundan büyük keyif alıyordu. Onun, her biri üç beş cümle olan ama sayfalara bedel öğütlerini, hayat merdiveninde kendisine yol gösteren en güvenli kılavuz olarak görüyordu.
"Göğüs kafesinin içinde, sol tarafta bir şey vardır. Hani biz kalp deriz ya ona. İşte bazı insanlarda onun yerinde taş vardır. O yüzden içlerinde zerre kadar merhamet bulunmaz. Bunlara denecek bir şey yoktur. Bazılarının kalbi de çamurdandır. Bunlarda utanma duygusu kalmamıştır. Bazılarının ki ise camdandır. Kırıldı mı, darmadağın olur. En kötüsü de taş veya çamurdan olanla camdan olanların karşılaşmasıdır. Bu ne kötü bir durumdur bilemezsin. Şeytanla meleğin karşılaşması gibidir. Gerçi her ne kadar şeytan kazanıyor gibi görünse de, sonunda kazanan hep melek olur ya... İşte senin kalbin de camdan. Sen de bir melek gibisin. O nedenle bazen üzüldüğün, kaybettiğin anlar olsa da sabırlı ve temkinli ol. Hemen pes etme. Sonunda hep kazanacaksın inşallah. Sabredenlerin kaybettiği çok az görülmüştür. Sabır, acı bir içecek gibi olsa da içinde bal vardır. İkisi bir araya gelince, bal nasıl olsa bu acıyı eninde sonunda yok eder."
"Ağzından bal damlıyor babiş. Ne güzel şeyler söylüyorsun öyle."
"Sen yeter ki beni dinle güzel melek. Ben daha neler söylerim sana. Sohbete başlarken fıkrayı unuttuk. Bitince soru bari sorayım sana. Söyle bakalım. Hazreti Musa, tufanda gemisine her canlıdan kaçar tane aldı?"
"Tabi ki birer çift. Yani ikişer tane."
"Tereddütsüz cevap verdin, ama çok üzgünüm. Maalesef yanlış cevap."
"Yanlış olamaz ya. Çok eminim."
"Her canlıdan birer çift cevabı elbette doğru. Ne var ki o gemi Hazreti Musa'nın değil de, Hazreti Nuh'un idi. Öyle değil mi?"
" Aaaa!.. Olmaz ki ama. Resmen tuzak soru bu. Nasıl da kaçırdım."
"İşte bak. Basit ayrıntılar, çok önemli olayların boyutunu nasıl değiştiriyor. Doğru zannettiğin yanlışlar, bilmediğin doğrulardan daha şaşırtıcıdır."
Lisenin ikinci yılı başladığında, İngilizce öğretmenine olan sevgisi ve onun sayesinde oluşan İngilizce merakı yüzünden, alan seçimini yabancı dil olarak yapan Cemre, böylece meslek seçimini de yapmış oldu. Daha önce tasarladığı üzere, baba mesleğini tercih ettiğini tescilledi. Artık dersleri İngilizce üzerine yoğunlaşacaktı. Bu dersi çok sevdiği için de işi biraz daha kolay olacaktı. Zaman eski temposundan hiçbir şey kaybetmeden hızla aktı ve Cemre için üniversite hayatına başlamanın bir önceki adımı gelip çattı. Lise son sınıfa gelmiş ve artık ders çalışması daha keyif verici bir hal almıştı. Çünkü artık test çözümleri, üniversite hayatının hayalleri eşliğinde oluyordu. Arkadaş sohbetlerinin bir bölümü mutlaka üniversiteyle ilgiliydi. Cemre'nin hayali; üniversite tahsilini, daha önce gezdiği ve hayran kaldığı İstanbul'da yapmaktı. Kızı ile ayrılmak istemeyen ve onun Samsun'da, yanında okumasını isteyen babası ise kızının bu hayaline ket vurmaya kıyamıyordu. Kendisi de İstanbul'da okuduğu için, kızının hayata hazırlanması tarafından baktı bu konuya. Birçok yönden avantajlı ve daha kolay olacağını düşünerek, daha şimdiden kabullendi kızının bu hayalini. Çok hızlı geçen zaman ve yüksek tempolu ders çalışma süreci, Cemre'yi büyük sınavın olacağı güne taşımış, beklenen büyük gün gelip çatmıştı. Sabah erkenden kalkıp birlikte güzel bir kahvaltı yaptılar. Cemre'nin heyecanı yüzüne yansımıştı. Babası da bunun farkındaydı. Kızının bu heyecanını yenmesi için, iş yine başa düşmüştü. Kahvaltısını yaparken, bir yandan da bunu nasıl yapacağını düşündü. Sınavın yapılacağı yer uzaktı. "Arabayla giderken, yol boyunca ve sınav yerinde sınav saatini beklerken konuşurum" diye tasarladı. Kahvaltı bitince arabaya binip yola koyuldular. Cemre'nin heyecanı daha da arttı ve sözlerine de yansıdı:

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRDÜNCÜ CEMRE
ChickLitBir baba ile kızı arasındaki manevi aşkın göz yaşartıcı romanı. Cemre ile babasının; gerilim, duygusallık, aşk ve gülümseme ile harmanlanan hüzünlü hikâyesi.