Cemre üniversiteli olarak İstanbul'da öğrencilik hayatına, Mustafa Bey ise yönetici olarak Samsun'daki yeni görevine başlayalı on gün kadar olmuştu. Her gün telefonla konuşmalarına rağmen, her ikisi için de günler bir türlü geçmek bilmiyordu. Amcasının evinde olmak ve kuzenleriyle vakit geçirmek Cemre'yi, artık iyice yaşlanan annesi ile birlikte yaşamak ve her gün Cemre'nin okul hayatında yaşadıklarını dinlemek ise Mustafa Bey'i az da olsa teselli ediyordu. Yoksa böyle bir ayrılığı yaşamak kolay hazmedilebilir bir şey değildi. Bir gün gece yarısına yakın, telefonda sohbet ediyorlardı. Cemre daha okulda bir ayını doldurmadan, hiç kimsenin ikna edemediği ateist bir öğrenciyi mat ederek, tüm sınıf arkadaşlarının takdirini kazandığını anlattı babasına:
"Zehra isminde bir kız var. Tutturmuş; 'haşâ, Allah diye bir şey yoktur. Somut olarak görmediğim hiçbir şeye inanmam ben' diye. Dün sabah, boş geçen bir dersimizde sıramda oturmuş kitap okuyordum. Bu kız, etrafına bütün
Sınıfı toplamış, onlarla tartışıyor. Tam yarım saat boyunca, tek başına o kadar insanı uğraştırdı. Pek karışmak istemiyordum ama bir ara sesini oldukça yükselterek ve biliyor görünme çabasının tezahürü olan boş bir ukalalıkla; 'hiç boşuna uğraşmayın. Ben görmediğim hiçbir şeye inanmam. Beni ikna edecek bir cümle söyleyenin hem elini öperim, hem de bu iddiamdan hemen vazgeçerim.' diye çıkışınca, 'her Firavun'un bir Musa'sı vardır, bunun Musa'sı da ben olayım' dedim. Kitaptan başımı kaldırıp kıza seslendim; 'Zehracığım. Bak senin adın ne kadar güzel biliyor musun? 'Ay gibi parlak yüzlü' anlamına gelir ve aynı zamanda peygamberimizin de kızının adıdır. Eminim ki ailen bu ismi sana, peygamberimizin kızının adı olduğu için vermiştir. Senin söylediklerin en azından isminle bile tezat oluşturuyor.' Kız bana, sesini daha da yükselterek; 'boş ver sen bunları. Hoş, ben ismimden de çok memnun değilim zaten. Sen eğer söyleyeceksen, karşıma gel de bu tezimi çürütecek bir şey söyle' diye çıkışınca, 'eh, artık taşı gediğine koyacak sözü söyleyip, bu hırçın kızı susturmanın zamanı geldi' diye düşündüm. Ayağa kalktım. Yanına doğru yaklaştım. 'Senin bu tezini çürütmek çok basit aslında. Hem de tek bir cümleyle çürütürüm. Ama belli ki sen sabit fikirlisin. Senin kılavuzun her kimse, kendisi kılavuza muhtaç. Bu nedenle kuru inadından vazgeçmezsin sen' diyerek biraz da gaz verince, kızın ayranı hepten kabardı. 'Neden vazgeçmeyeyim ki. Benim iddiam ortada ve gayet de açık. 'Somut olarak görmediğim hiçbir şeyin varlığını kabul etmem' diyorum. 'Beni ikna edip, buradaki herkesin de
üzerinde mutabık kalacağı bir cümle söyle, tezimden hemen vazgeçeyim' deyince, 'peki, somut olarak görmediğin hiçbir şeyin varlığını kabul etmiyorsun. Üniversitede okuduğuna göre, akıllı biri olduğunu söylemeye gerek yok sanırım, değil mi?' diye sordum. 'Elbette. şüphen mi var yoksa?' diye yine ukalaca bir çıkış yaptı. Ben de bir kitaptan hatırlayıp yarım saattir kafamda tasarladığım ve bu kızı mat edeceğine emin olduğum o bir cümleyi söyleyiverdim; 'sen aklını somut olarak görebiliyor musun kuzum!?' Buz kesen koca salonun halini ve o mağrur kızın, morun bugüne kadar hiç görmediğim bir tonuna dönen yüzünü bir görmeliydin babiş. Bana kibir-bilgiçlik karışımı bir duygu yaşatarak ve hızlı adımlarla dışarı çıkarken, eminim arkasından kopan alkış tufanını bile duymuyordu."
Cemre'nin uzun uzun anlattıklarını, sakin sakin dinledi babası. "Aferin sana kızım. Ne iyi yapmışsın. İkna oldu mu bari?" diye sorunca, "en azından artık sesi çıkmıyor. Onun mahcubiyeti ile arkadaşlarımın mağrurluk duyguları arasında kalsam da saçmalıklarından bari kurtulduk." diye cevapladı. Sonra da kantinde çay içerken yanına gelen genç bir erkeğin, kendisine "nerelisin" diye sorduğu soruya "Türkiyeliyim" diye cevap verdiğini anlattı. Gencin ukalaca, "neresinden" sorusunu "içinden" diye cevapladığını ve Cemre'nin kolay lokma olmadığını anlayıp, arkasına bile bakmadan gittiğini anlatıp, bir aferin daha kaptı babişinden. Bu sohbetin sonunda, söz yine her gün olduğu gibi özlem konusuna gelip dayandı. Babasının sesinde hazankâr bir sitem vardı:

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRDÜNCÜ CEMRE
Chick-LitBir baba ile kızı arasındaki manevi aşkın göz yaşartıcı romanı. Cemre ile babasının; gerilim, duygusallık, aşk ve gülümseme ile harmanlanan hüzünlü hikâyesi.