Hayat nedir diye sorsam size? Anlamı nedir? Cevabınız ne olurdu?...
Cidden merak ediyorum. Henüz mantıklı bir cevap bulamadım ve bu beynimi kemiriyor. Haksızlıklar ile dolup taşan bu yaşamın anlamı ne? Amacı ne?...
Mesleğim boyunca bu soruları kendime defalarca kez sordum durdum. Hiç bir zaman net bir cevap bulamadım... İyilik sandığımız şey aslında ya kötülük ise? Ya da... kötülük diye benimsediğimiz kalıplar iyilikten ibaret ise?...
Yargıçlık gibi kutsal bir görevi ya farkında olmadan yanlış algılara kullanıyorsam? '' O kadar okumuş, araştırmış yargıç olmuşsun. Buna mı takılıyorsun Almina?'' diyen çok arkadaşım oldu. Fakat şuan karşımda duran kadın tüm doğrularımı yıkıp geçiyordu. O'na asla ceza vermek istemiyordum ve bu bana mesleğimi sorgulatıyordu.
8 kişiyi öldürdüğü söylenen bu kadını normal şartlarda 'ağırlaştırılmış müebbet' cezasına hiç duraksamadan çarptırırdım ama... şuan bunu yapacak gücüm yoktu. Çünkü bu kadın, 8 kişiyi öldürdüğü söylenen ve herkesin korku ile baktığı bu kadın... benim annemdi...
Düşünüyorum da, yargıç olduğumu öğrendiği gün... sevincinden çığlıklar atmıştı. Şimdi, siz söyleyin, nasıl göndereceğim onu ölüme?
Tüm kanıtlar, onu gösteriyordu fakat benim için en büyük kanıt... bakışlarıydı. Anlayabiliyordum, o değildi. Bu iş her ne ise bunu elbette çözecektim ama şuan yapamazdım. Tüm salon bana bakıyordu, bir şey söylememi bekliyordu. Arkada ağlayan babam ise resmen gözleriyle bana yalvarıyordu. Annem ise bunu yapamayacağımın farkındaydı... çaresizlik sarmıştı tüm çehresini. Hiç bir şey yapmadan öylece gururla beni izliyordu. Gözleri doluydu ama dudaklarında ki tebessüm ile iyiymiş gibi davranıyordu. Beni her zaman mesleğimin başında görmek isterdi ama... bu şekilde değildi, hayır.
Önüme bırakılan dosya ile irkilip bakışlarımı annemden çektim. Kağıda baktığımda yazan şey ile donakalmıştım. Çocuk gibi ağlayarak kaçıp gitmek istiyordum buradan... Anneme yeniden baktığımda, 'hazırım' dercesine duruşunu dikleştirdi ve belli belirsiz kafasını salladı.
Sesim başta kısılsa da kendimi toparlayıp gözlerimi yeniden anneme diktim. Ama olmuyordu, güçlü kalamıyordum. Tekrar gözlerim dolmaya başlamıştı. Anne... bilseydim, seni yargılayacağımı bilseydim, asla hukuk okumak için ısrar etmezdim. Affet beni annem... Boğazımı temizleyip duruşumu dikleştirdim. Annemin gözlerine bakarak konuşmaya çalıştım...
''Mine Kaygı, bugün burada 8 kişiyi kasten ve planlayarak öldürme suçundan yargılanıyorsunuz. Kurbanlar, Meriç Haktan, Hikmet Özgür, Selcan İzget, Semra Soylu, Melike Sönmez, Sadık Çelik, İsmet Öztürk ve Salih Kara'yı... kasıtlı olarak öldürdüğünüzü kabul ediyor musunuz?'' zorlukta bitirmiştim cümlemi... Her bir isimde kalbim daha da ağırlaşmıştı sanki. Kimdi bu insanlar? Dışardan olabildiğince donuk ve duygusuz durmaya çalışıyordum... zordu ama mecburdum. Gözleri dolmuştu ve korkuyordu. Duruşumu bozmamak için ciddi bir çaba gösteriyordum. Sonunda annem kelepçeli ellerini yüzüne götürüp göz yaşlarını temizledi ve bakışlarını bana çevirdi. Hayır de anne... hayır de yalvarırım! ''Evet... kabul ediyorum.'' demişti kısık bir sesle... algılayamıyordum, uyuşmuştum resmen. Tekrar duymak istiyordum, emin olmak istiyordum... Hayır, yapmaz! Yapamazdı ki! Korkardı benim annem... hayır anne, neden yalan söylüyorsun? Bu işin arkasında ne vardı?! Beynim karıncalanıyordu, kendisini savunsaydı belki... belki, elimden bir şey gelebilirdi. Seni bu cezaya göndermek zorunda kalmayabilirdim...
İşte vakit gelmişti. Tüm prosedürler bitmiş benim cezayı vermem bekleniyordu. Önümde yazan ceza, 'ağırlaştırılmış müebbet' idi... Ben nasıl söyleyecektim ki bunu? Yerimde dikleşerek mahkeme salonuna genişçe bakıp derin bir nefes aldım. Kendimi zorlayarak dik kalmaya çalıştım, '' Gereği düşünüldü!'' sesim salonda yankılanmıştı. Herkes ayağı kalkmış, dudaklarımdan dökülecek olan korkunç cezayı duymayı bekliyorlardı. Gözümden tutamadığım bir yaş akarken konuşmaya başladım, '' Sanığın kasten ve planlayarak adam öldürme suçunu, kabul etmesinden dolayı... Sunulan kanıtların incelenip onaya kavuşturulmasının ardından Türk Ceza Kanunu'nun 47. maddesine sadık kalarak... Sanığın, 'ağırlaştırılmış müebbet' ile yargılanmasına... Karar verilmiştir! Sanık sizindir...'' meslek hayatım boyunca ezberlediğim bu sözleri ilk defa bu kadar zor kurabilmiştim. Cezayı duyunca annemin bakışları yere düşmüş ve ağlamaya başlamıştı. Korkuyordu ve ben onu koruyamıyor... üstüne bu korkuyu bizzat yaşatıyordum. Ağlıyordu evet ama sanki benden utanıyor gibiydi! Yapma işte... utanma anne. Böyle bakma bana... biliyorum ben. Sen değilsin! Sana söz veriyorum, her ne pahasına olursa olsun, seni kurtaracağım. Bu olayın arkasında her ne var ise çözeceğim... çözeceğim ve seni kurtaracağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKÛMİYET
General Fictionİyilik sandığımız şey ya aslında, kötülük ise?.. Ya da kötülük sandığımız şey iyilik ise?..