Elimdeki madalyonu hızlıca cebime koydum ve kapıdan dışarı çıktım. Muhafızlar koridorun başında beni görünce hemen yanıma koştular.
" iyi misiniz leydim? Burada garip şeyler olduğuna dair bir duyum aldık. Sanırım bazı bağrışmalar duyulmuş. Siz bir şeyler duydunuz mu leydim?"
" ah hayır ben sadece Alex'i bekliyordum. Burada herhangi bir şey olmadı. Gidebilirsiniz."
Kalbim hala hızlı hızlı çarpıyordu. Elimden geldiğince sakin konuşmaya ve boş bakmaya çalışıyordum. Saray Muhafızları kendi aralarında bir şeyler konuşarak yanımdan uzaklaşıyorlardı ama kulağım sağır olmuştu sanki. Hiçbir şey duymuyor hala az önceki olanları düşünüyordum.
Madalyon!.. bundam kurtulmam gerekiyordu. Ne yapmalıydım? Denize mi atsam ki? Hayır beni izlediğini söylemişti. Bunu riske atamazdım. Sadece ama sadece neden doğruyu söylememiştim ki! Her şeyi anlatabilirdim. Madalyon ile hiçbir bağlantım olmadığını onu sarayın kapısında yerde bulduğumu söyleyebilirdim. Peki içimdeki ses neden bunun bana doğru yol olmadığını söyleyip duruyordu? Belkide James'in gözlerindeki kötü ve karamsar bakış onun bu madalyonun sahibinden daha kötü biri olduğunu yansıttığı içindi. Genelde önsezilerim beni hiç yanıltmazdı. O anda da buna güvenmiş olmalıydım.
Kalp atışlarım normale dönmüş beynim tekrar mantıklı düşünmeye başlamıştı. Burada daha fazla kalmamalıydım. Hızlı adımlarla odama doğru ilerlemeye başladım. Bileğimin acısını tekrar hissettiğimde elime baktım. Bileğim baştan başa kızarmıştı. "Ah lanet olsun" dedim içimden. Birisi görüp sorarsa ne diyecektim şimdi ben!
Odama gelince hemen takı dolabımın oraya gittim ve takılarımı karıştırmaya başladım. Bir kaç tane bilezik deneyip kızarıklığı ne kadar saklayabildiğine baktım. Sonuç olarak renkeri birbirine uyan iki tane bileziği aynı anda takmaya karar verdim. Kızarıklığın görünmesini riske atamazdım.
Bunu hallettikten sonra madalyonu cebimden çıkardım ve boynuma astım. Çok büyük değildi. Ayrıca buradan düşmesi de imkansızdı. Elbisemin altına soktum. Kimseye de anlatamazdım. Bilmemeleri daha iyiydi. Başlarına bela açmak istemezdim tabii.
Tam o sırada Joseph odaya girdi.
"Gelmişsin. Seni hazırlamam için Kraliçe emir verdi. Bir saat sonra arenaya izlemeye gidecekmişsiniz." Dedi ve yanıma gelip elbisemi incelemeye başladı.
" Bugün yeni giymiştim. Henüz kirli bile değil. Değiştirmeden bir kaç küçük değişiklik için takılar taktım sadece"
Bilegimdeki bileziklere bahane bulabildiğim için rahatladım. Joseph'inde bu fikir aklına yatmış gibi görünüyordu.
" O zaman saçını düzeltmeme izin ver canım. Sanki biriyle kavga ettin nasıl bu kadar bozulabilmiş olabilir ki?"
Buz kesmiştim. Neden öyle demisti ki? Saçmalama Lucie nereden bilebilir ki kimse yoktu orada dedim kendi kendime.
Birden saray muhafızının dediği şey geldi aklıma. " duyum aldik!"
Duyum mu almışlardı. Birisi görmüş müydü yoksa? Kim olabilirdi ki? Madem birisi duydu ya da gördü neden kendisi engel olmadı da muhafızlara haber verdi ki?
Kaşlarım çatılmıştı. Joseph bana baktı ve " şaka yaptım canım neden hemen üzerine alınıyorsun. Biriyle dalaşmış olamazsın tabikide. " diyerek kahkaha attı.
Evet Joseph'in ki sadece şakaydı. Onun orada olması imkansızdı tabi. Hafif tebessüm ettim. Joseph de gergin halinden rahatlayıp tekrar şakımaya başlamıştı. Bir şeyler hakkında konuşup duruyor ve anlattığı şeylerle baya eğleniyordu. Fakat benim aklım hala bizi orada gören kişideydi. Ortaya çıkmamış olması benim tarafımda olmadığını gösterirdi. Bizi ihbar etmesi ise kesinlikle de James'in tarafını tutmadığını gösteriyordu. Tek bir yanıt kalıyordu o zaman. Çıkar arayan birisi olmalıydı.
Düşüncelerimden ürpermiştim. Çevreme bakındım. Joseph banyoya gitmişti. Boynumda ki madalyonu elbisemin icinden çıkardım ve iyice avucumda sıktım. "Her kim ne niyetle seni almak istiyorsa da ona bu zevki tattırmayacağım" dedim kısık bir sesle. Tekrar elbisemin içine koydum. Boynumda iken ona kimse ulaşamazdı değil mi?
Yani umarım ulaşamazdı.
Kapı tıklatıldı. Gelen Alex idi. Hazir olup olmadığımı soruyordu Joseph'e.
" Hazırım ben.." diyerek Alex'e doğru yürüdüm. Bana kocaman gülümsüyordu. Onu görünce her şeyi unutuvermiştim yine.
Bende ona gülümsedim ama bu hiç uzun sürmedi.
Alex'in koluna girdim ve merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Arena sarayın en arka bölümünde yer alıyordu.
Hiç ama hiç gitmek istemiyordum. Birazdan sadece birbirlerini öldürmeye göze alan insanları izleyecektik. Kazanan ise savaşçım olacaktı ve o kadar insanı gözümün önünde öldürdükten sonra bununla gurur duyacaktı. Yüzüm ekşimişti birden.
Yol boyunca Alex ile neredeyse hiç konuşmadık. Arenaya varmıştık. Bizim için ayrılan yere doğru yöneldik. Elena, Teresa, annem, babam yan yana oturmuş babamın yanında ise bay Crown ve oğlu Peter oturuyordu. Bugünkü olanlardan dolayı sanırsam ki James yoktu. Alex ile herkese selam vererek kendi yerimize oturduk. Arena baya kalabalıktı. Greentown halkı böyle turnuvaları sever, hiç kaçırmazdı tabii. Birazdan turnuva başlayacaktı. Babam kalkıp konuşma yapmak üzere çan sesini beklemeye başladı.
Çan sesiyle arena sessizliğe büründü.
"Greentown halkı! Bugün burada kızım Prenses Lucianna Swan adına seçilecek olan savaşçı için bulunmaktayız. Turnuvaya katılan elli savaşçı adayını Swan ve Crown ailesinin , tüm halkın ve yüce tanrının huzurunda arenaya davet ediyorum!"
Halk ayağa kalktı ve müthiş bir alkış koptu. Arena alanındaki büyük meşaleler yakıldı ve elli adam içeri girdi.
Alkışlar ve çığlıklar hiç susmuyor aksine artıyordu. Babam tekrar elini kaldırdı ve arena tekrar derin bir sessizliğe gömüldü.
" Soyunuz ne olursa olsun, geçmişinizde ne yaşanmışsa yaşansın şuan tüm bu olumlu ve olumsuz anıları sileceğinize, bu arena sınırları içinde eğer olurda ölürseniz şanınız ve şerefiniz ile son nefesi vereceğinize, eğer ki kazanan olursanız arenada öldürdüğünüz her kardeşiniz için onları dini günlerde anacağınıza ve mum dikip Yüce Tanrı'ya dua edeceğinize ve burda ölmenin Greentown vadisinin sahibi kral Robert Swan huzurunda hizmet ederken ölmüş sayılacağınıza kraliçeniz ve kralınızın ve onun varislerinin , Şövalye Adası'nın sahibi kral Edward Crown ve varisi Peter Crown'nun,Beyazkale'nin kraliçesi Elena Murphell'ın,Kasımkaya vadisinin sahibi Aron Quenn oğlu ve tahtın varisi Alex Quenn'in, Prenses Lucianna Swan ve Teresa Swan'ın ve buraya izlemeye gelen ve gelmeyen tüm Greentown halkının ve Yüce Tanrı'nın önünde diz çöküp yemin ediniz!
Elli adam aynı anda diz çöktüler ve başlarını eğip selam verdiler, tekrar ayağa kalktılar. Alkışlar tekrar başlamıştı. Hepsi geldikleri yere tekrar girdiler ve çok geçmeden 10 kişi arenaya geldi. Turnuva tekrar çan sesi ile başlayacaktı.
Nefesim kesilmişti. Alex'in kolunu istemsiz bir şekilde sıkmıştım. Alex bana döndü ve hiçbir şey anlamamış gibi
" Sonuçta turnuvaya istekli katıldılar değil mi? Kimse onları zorlamadı. Çoğu öldürmekten zevk alan kişiler. Şunun görünüşüne baksana Lucie! Ah kim bilir daha önce kaç kişi öldürmüştür." Dedi parmağı ile iri adamı işaret ederek.
Beni rahatlatmaya çalışıyordu anladığım kadarıyla ama bu söyledikleri daha çok korkmamı sağlıyordu.
Çan sesi duyuldu ve arenadan tekrar alkış sesleri yükseldi. Turnuva başlamıştı. Kılıçlar çekilmiş on kişi kendi arasında ikişerli gruplar kurmuştu. Çok geçmeden bir kaç kişi ölmüştü bile. Alex'in gösterdiği adam sahiden de herkesi öldürüyordu birer birer. O kadar korkunç görünüyordu ki midem bulanmıştı. Ya bu adam kazanırsa? Diye düşündüm içimden. Bu lanet olası katil ile bir ömür yaşayamazdım.
İlk partın kazananı belli olmuştu. O iri yarı vahşi olan adamdı.
İkinci part arenaya gelmişti. Artık olanları izleyemiyordum. Her bir öleni gördükçe başım daha çok dönüyordu.
Üçüncü part, dördüncü part derken son parta gelmiştik. Diğer partların kazananları yanda finale hazırlanıyorlardı. Ve birden gözüm o adamı gördü. Evet bu o yabancı adamdı. Şok olmuştum. Yüzünü o gün baloda terasa çıktığımda bir anlığına görmüş olsamda bu yüzü nerede görsem kesinlikle tanırdım. Gerçekten de oydu. Madalyonun asıl sahibi ve bütün soruların cevaplarını taşıyan kişi..peki arenada ne yapıyordu? Eğer buradaysa bu benim için savaşıyor anlamına gelirdi ki bu iyi miydi kötü müydü bilmiyordum. Tek bildiğim madalyonu yabancı adama verme isteğiminin içimde git gide artmasıydı.
Finale doğru yaklaşırken kendimi ister istemez yabancı adamın kazanmasını isterken bulmuştum..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVAŞÇI
Fiksi SejarahHer şeyiyle meraklı ve bir o kadar da her şeye karşı olan Prenses.. Lucianna Swan Greentown vadisinin Kralı olan Robert Swan'ın en küçük kızı.. On sekiz yaşına basması ile birlikte kendisi için seçilecek olan savaşçısının sırrını çözebilecek mi? pe...