Merhabalarrr
Yeni bir bölüm, yeni bir cumartesi. Güzel...güzel.
İyi okumalar, yıldızları parlatmayı. Ve yorumlarınızı unutmayın bebeklerim.
Bölüm şarkısı: Can Ozan-Ağlama ben ağlarım-Çağan Şengül-Çok yazık
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bir insan, doğduğu andan itibaren, büyür, gelişir, çaba sarf eder, emek verir, okur, görür, gezer. Kısaca hayatı yaşar.Ve ölür.
Herkesin, her şeyin mutlak sonu olduğu gibi. Bizim de mutlak sonumuz ölüm.
Aynı bir kelebeğin üç gün de. Bir kedinin ortalama 10-15 yılda, bir karıncanın belirsiz ölüm saatinde ve bir insanın ortalama 80-95 yılda bu hayattan mecazen uçup gitmesi gibi.
Hayatta yaşadıklarından ders çıkarmış, veya daha yaşayamadıklarından ders çıkarmış olarak nereye gittiği belirsiz. Gözlerini kapatıp kimseye sormadan çekip gitmesi.
İnsanlar, son nefeslerinde soludukları havayı seçemeyecek kadar zavallı canlılar, yarın mı yoksa üç saniye sonra mı öleceğini bilemeden nefes alan çelimsiz şeyler.
An'ı yaşamaya çalışan, yarınları düşünmeyen bencil olan ya da olmayan bir çok türü barındıran birer nesil. Birden çok nesil.
Ama sonunun tek bir yere vardığı boş hayatlarının mutlak sonu ölüm.
Tek kurşunda ya da işkenceler sonunda fark etmez, ölüm.
Adı üstünde.
Ölüm.Peki sizce ölüm ne demektir?
Ya da sizce bir insan ne zaman tam olarak ölür?
Yaşarken de ölebilir mi mesela?
Örneğin defalarca kez ölmesine rağmen, bilimsel olarak ayakta kalabilir veya güneşe gülümseyebilir mi?
Mezarlığın kapısını hızla araladığımda, çıkan dumanların yükseldiği yerde ki, barut kokusu bu sefer içimi rahatlatmayacak kadar acı vericiydi.
Kapının girişine oldukça yakın olduğundan, her yer duman altı kalmış olmasına rağmen mezarı bulmuş ve ateşlerin içerisine dalmaya çalışmıştım.
Ama arkamdan bana kollarını saran Uraz bunu yapmamı engellemişti.
"Hayır!" Demiştim gözümden akan sayısız yaşlar ve yüksek sesli bir haykırış eşliğinde. "Hayır! Hayır! Hayır!"
"Lalin." Uraz'ın kolları arasından kurtulmaya çalışıyordum. "Uraz! Bir şey yap! Bir şey yap! Söndür! Söndür yanıyor! Yanıyor! Ailem! Ailem yanıyor Uraz!" Çırpınmaya devam ederken, o asla beni bırakmıyordu.
Çünkü ne kadar ateş elementi olursam olayım, o barutların arasına dalarsam tek yanan iki mezar ve çift kuru toprak olmayacak. Bende yanıp kül olacaktım.
Ki şu manzaraya bakmak, yanmaktan daha da yakıcıydı.
Uraz beni yavaşça köşeye çektiğinde, gözlerimin içine bakmıştı. "Halledeceğim." Başımı salladım hızla, o ise cebinden telefonunu çıkarıp, birini aramış ve yardım istemişti.
Ben ise ona bakamamış, yanan kuru topraklara bakıp. Sinir küpüne dönmüştüm.
"Özür dilerim..." demiştim ve başımı önüne eğmiştim, "Özür dilerim..." ardından daha çok ağlamıştım. "Özür dilerim...iki mezar taşına bile sahip çıkamadığım için..."