Sevmek.Yabancı bir kelime değildi bana. Çok tanıdıktı, çok çok. İçli dışlıydık o fiille. Çünkü ben severdim.
Yoldaki turuncu yaprakları, daldaki yeşilleri, kedileri, köpekleri, kuşlardan korkardım biraz ama severdim. Kahveyi severdim mesela, çaydan biraz daha fazla. Tatlı şeyleri de severdim, çikolatadan çok sütlü şeyleri. Severdim ama, soğuk havayı da sıcak havayı da. Severdim. Çok severdim.
Onu da severdim.
Onu, yani onu işte.
Gözleri mavi olan, denizden biraz daha açık gözleri olanı. Sigara koksa da bazen, şampuanının kokusunu da. Saçlarını da, hani genelde darmadağınık olan saçları. Elleri de, şu an masanın üzerinde olan ellerini.
Onu işte.
Bulut'u.
Buraya oturduğumuzdan beri, hayır ben buraya geldiğimden beri, dikkatlice izliyordu beni. Genelde yapardı bunu zaten, eskiden yani. Alışıktım o yüzden ama yine de karnımda bir şeyler çırpınıyordu sanki, o arkasına yaslanmış yüzünde belli belirsiz tebessümü ile, parlayan gözleriyle beni izlediğinde. Hareket ediyordu göz bebekleri sürekli olarak, elimi çıkarıyordum masanın üzerine, oraya kayıyordu gözleri. Dikkatle inceliyordu elimi.
Ama tutmuyordu.
"Geldim buraya," dedim aramızdaki garip sessizliği bozarak. Kahveler az önce gelmişti, o hemen içmeye başlamıştı tabi ancak ben hem dumanı üstünde olan kahve hem de şekersiz kahve sevmezdim. Bilmiyordu. Bilmediği için buna üzülebilir miydim, onu suçlayabilir miydim? "Konuşmayacak mısın?" diye sordum pürüzlü sesimle.
Onun aksine benim gözlerim bir yerde sabit kalamıyordu. İki saniye ona bakıp başka tarafa çeviriyordum gözlerimi. Ellerimdeki yüzüklerle oynuyordum. Boynumdaki kolyemi çekiştiriyordum, oturuşumu değiştiriyordum sürekli. O ise sakin görünüyordu, aşağıda sürekli salladığı bacaklarını yok sayarsak.
"Konuşacağız." dedi yaslandığı yerden doğrulduğunda. Ben ona yöneltmiştim soruyu ancak o, biz olarak cevap vermeyi seçmişti. Benim açıklayacağım hiçbir şey yoktu oysa. Sorum vardı sadece, biraz çokça. Derin bir nefes aldı, gözleriyle soğumasını beklediğim kahveyi işaret etti. "İçmeyecek misin? Eğer sevmiyorsan, başka bir şey isteyebiliriz."
"Gerek yok. Soğumasını bekliyorum." diye cevapladım onu. Dudaklarını birbirine bastırıp sessiz kaldı birkaç saniye.
"Özür dilerim." dedi birden. Gözlerini masadan çekmiş direkt olarak benim kahve gözlerime yöneltmişti. Yutkundum, cevap vermek istemediğimden uzanıp hala sıcak olan kahveden bir yudum aldım. Dilim uyuştu hemen.
Onunlayken dilim hep uyuşurdu zaten.
"Çok duyuyorsun bu iki kelimeyi benden," dedi tepkimden dolayı, kendine kızarcasına güldü. "Farkındayım. Elimden başka bir şey de gelmiyor-"
"Özür beklemiyorum senden." diye kestim sözünü. Çünkü özür beklemiyordum ondan, özür içeren cümlelerini de duymak istemiyordum. O özür dilerim diye başlayınca konuşmaya kafamda onlarca şarkı aynı anda çalmaya başlıyordu. Ezbere bildiğim o klişe replikler dönüp duruyordu beynimin içinde. "Benim senden tek istediğim, cevaplar. Tamam mı? Cevapları, daha doğrusu nedenleri ver, yeter bana. Başka da bir şey istemiyorum senden inan ki."
"Hiçbir şey mi?" diye sordu çatılan kaşlarıyla. Yine yanlış yere odaklanıyordu.
Bir de sevgini. Sevgini istiyorum.
"Bulut," diye mırıldandığımda sözümü kesti hızlıca.
"Şevval, hiçbir şey mi istemiyorsun benden?" dirseklerini masaya yaslayarak biraz daha yaklaştığında bana, sesi kısıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu Kekre Dünyada|| yarı texting
Novela Juvenilbulutkoc: niye ağlıyorsun? 12.34 görüldü. 14.08 Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri, seninle bir döşekte sevişirken bile.