Bugün Dilan, bir farklı uyanmıştı. Gözleri bir başka bakıyor, kalbi bir başka atıyordu. Göğsünü sıkıştıran tuhaf hisler vardı içinde. Saçlarını sağ omzunun üstünde toplayıp derince iç çekti, yatağından kalkıp banyoya gitti. İşlerini hallettikten sonra mutfağa indi. Ailesi çoktan kahvaltıyı yapmış, sofrayı da kaldırmıştı. Ona kimse haber vermemiş, uyandırmaya tenezzül bile etmemişti.
Dilan bu duruma çok üzülüyordu. Ailesinden kimse onu gerçekten bağrına basıp değer vermiyordu. Yüzü asıldı, zaten içinde kötü hisler vardı. Canı kahvaltı yapmak istemedi. Salona geçti. Annesi salonda televizyon izliyordu, kucağında da meyve tabağı vardı.
"Günaydın anne." Dilan yüzünde hafif bir tebessümle annesinin yanına gitti. Hanife kızına ters ters bakıp "Hanımefendiler sonunda teşrif etti, öğlen oldu nerdesin sen?" diye azarladı.
Dilan'ın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Dün gece lokantada geç saatlere kadar çalışınca yorulmuşum, uyuyakalmışım." dedi masumca. Hanife gözlerini devirmekle yetindi ve ağzına bir elma parçası attı. Dilan'a yer misin diye sormamıştı bile. Dilan'ın gözleri meyvelere kaydı ve açlıkla yutkundu.
Dilan "Neden beni de uyandırmadınız?" diye sorunca Hanife "Eeh, bir de sana hesap mı vereceğim? Kalksaydın, herkesin işi gücü var seni bekleyemeyiz." dedi ve meyvesini yemeye devam etti.
Dilan'ın diline yüreğindeki cümleler kor gibi dizilmesine rağmen annesinin kalbini kırmamak için hiçbir şey demedi. Dolan gözlerini ondan saklamak için arkasını döndü, hırkasını üzerine geçirip evden çıktı.
Minik yüreği öyle kırılmıştı ki... Bir anne evladına niçin böyle davranırdı? Hiçbir zaman anlayamamıştı. Kendine söz verdi. Bir gün anne olursa asla bu şekilde davranmayacaktı. Yavrularını her daim sevecek, düşünecek, değer verecekti.
Kalbindeki ve zihnindeki harap olmuş düşüncelerle mavi bisikletine atlayıp haraya sürmeye başladı.
Atlar, kediler, köpekler kısacası hayvanlar Dilan'a hep iyi gelmişti. Dilan en çok atları seviyordu, onlar da iyi insanları hissediyor ona göre davranıyordu. Dilan'ın harada en sevdiği at Fırtına'ydı. O siyah, parlak kılları, güçlü bedeni, asil duruşuyla en çok o cezbediyordu. Şimdi de Fırtına'nın yanına gidip onun güzel siyah gözlerinde teselli bulacaktı.
Baran sabaha kadar uyumamıştı, yıllardır aradıkları Seyitleri bulmak üzerelerdi, çok az kalmıştı. Nihayet senelerce içinde biriktirdiği acının, öfkenin, annesinin kaybının intikamını alacaktı. Babasını tekerlekli sandalyeye mahkum eden, annesini toprağın altına koyan o adama hayatı zehir edecekti.
Bu zaferin, ödeteceği bedelin bilincinde olmak onu hiç olmadığı kadar güçlü hissettiriyor, intikamını almak için saatleri sayıyordu. Biraz kafasını toparlamak ve nefes almak adına haraya gitmeye karar verdi. En sevdiği, değer verdiği atı Fırtına'ydı. Onunla zaman geçirmek Baran'ı dinginleştiriyor, huzur veriyordu.
Çalışma odasından bahçeye çıktı. Siyah jipine binip haraya sürmeye başladı. Ev ahalisiyle bile az görüşüyordu çünkü kendini tamamen bedel ödetmeye adamıştı. O kara günden sonra içine kapanık, sert, duygularını saklayan, duvar gibi bir adam olmuştu.
Kafasında binlerce düşünceyle haraya geldi, jipini park edip indi ve uzun adımlarla atının yanına yürümeye başladı. Ahmet amca etrafı düzenliyordu derken başını kaldırıp Baran'a selam verdi.
"Hoşgeldin Baran oğlum, nasılsın?" diye hatrını sordu. Baran başını dikleştirerek "Hoşbuldum Ahmet amca, iyiyim. İntikamımızı aldıktan sonra çok daha iyi olacağım." dedi kara bulutların dolaştığı kehribar rengi gözlerini etrafında çevirerek.
"Peki bu intikamı kanla mı alacaksın yoksa...?" diye sordu Ahmet amca. Baran'ın merhametsiz, kalpsiz, vicdansız bir insan olmadığını; adam öldürmek istemediğini biliyordu. Baran kaşlarını çattı, ellerini pantolonun cebine yerleştirip "Hele bir Seyitlerle yüz yüze geleyim, o zaman her şeyin kararını vereceğim." dedi dişlerinin arasından tıslayarak.
Ufak bir baş selamıyla Ahmet amcanın yanından ayrıldı ve göğsünü kabartarak elleri hala ceplerindeyken yavaşça Fırtına'nın olduğu yere yürümeye başladı. Ve orada, atın olması gereken yerde gördüğü boşlukla gözleri irileşti.
Hışımla arkasını dönüp "Atım nerede?" diye kükrerken atının şahlanış sesini duydu. Hemen dışarı çıkıp sesin geldiği yere baktı ve şaha kalkan atının üstünde beyaz hırkalı, açık yeşil bir elbise giymiş olan, uzun koyu kahve saçları rüzgarın etkisiyle savrulan zayıf bir kız gördü.
Fırtına şaha kalktığı için kız arkaya savrulmuştu, iri ve pembe olduğu buradan bile belli olan dudaklarını aralamış çığlık atıyordu. Gözleri kocaman açılmış, elleri atın ipini sımsıkı tutarken düşmemek adına çabalıyordu.
Ama çok çelimsizdi ve daha fazla tutunamayıp attan düştü.
Fırtına, kızı sırtından atar atmaz koşup kaçtı ve Baran adamlardan birine "Fırtına'yı alıp bağlayın." diye emrettikten sonra düşen kızın yanına geldi.
Kız iki büklüm yerde yatıyordu, dalgalı ve parlak saçları yüzünü kapatmıştı. Elbisesi bacaklarından dizine kadar sıyrılmış, beyaz pürüzsüz tenini ortaya sermişti.
Baran bir dizini kırarak kızın üstüne eğildi, ona dokunmak istememişti. Zaten bu zamana dek iş ve şirket dışında kadınlarla görüşmemiş, iletişime bile geçmemişti. Kendini hayata kapatmış bir adamdı. Tüm acıyı tek başına üstlenmek istemiş, kardeşi Cihan'ın bu olaydan en az etkilenmesi için elinden ne geliyorsa yapmıştı.
Baran kehribar gözlerini kızın ışıldayan temiz saçlarında bu düşüncelerle gezdirirken kız bir elini saçına götürdü. Parmakları uzun ve inceydi, yavaşça saçlarını yüzünden çekti. Gözlerini Baran'la birleştirdi.
Ve o an, dünya ikisi için de durdu.
.
Kan Çiçekleri dizisinden DilBar yani Dilan ve Baran için yazdığım hayran kurgudur. Umarım bölümü okurken keyif almışsınızdır.
Düşüncelerinizi, yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın.
Çok farklı ve güzel bir hikaye sizi bekliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK VE BEDEL | DİLAN BARAN DİLBAR
FanfictionBir yanda töre yüzünden hiçbir suçu olmadığı halde kan bedeli olarak Karabeylere verilen, aslında üvey evlat olan ve hayatı çalınan güzeller güzeli, masum, pamuk kalpli Dilan... Diğer yanda ölen annesiyle sakat kalan babasının intikamını kan dökerek...