O gün Karabeyler sabaha doğru eve geldiler. Azade hastanede daha fazla kalmak istememiş, kendini iyi hissetmeye başlayınca kendi rızasıyla çıkmıştı. Doktorun verdiği ilaçları nöbetçi eczaneden alıp konağa gelmişlerdi. Şafak sökmek üzereyken Baran babannesini odasına yatırdı. Azade'nin ağzını bıçak açmıyordu. Şimdilik tepkisini böyle gösteriyordu çünkü doktor vücudunu yormaması gerektiğini, sinir ve stresten uzak durmasını söylemişti.
Azade kendine geldikten sonra ne yapacağını iyi biliyordu. Baran'ın sorularını, onunla konuşma çabasını cevapsız bırakıp gözlerini kapatmadan önce suçlayıcı bakışlardan atmıştı.
Baran yorgun bir halde yatak odasına gitti. Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde yerde beyaz kumaş parçaları gördü. Biraz daha dikkatli bakınca bunların kızın gelinliğinden koparılan yırtık parçalar olduğunu anladı. Gelinliği de top haline getirip kenara fırlatmıştı.
Gözlerini kıstı, uykusuzluktan sızlayan bakışlarını berjerin üstünde iki büklüm uyuyan kıza çevirdi. Minik bir kedi gibi büzülmüştü zayıf bedeni. Kollarını bacaklarına dolamış, başı omzuna düşmüş yüzünde masum bir ifadeyle uyuyordu. Üşümüş olmalıydı, giydiği pijamalarıyla çocuğa benziyordu.
Baran hala inanamıyordu. Karşısındaki bu çelimsiz, derin soluklar alıp vererek uyuyan kız karısıydı. Oysaki aklında evlenmek hiç yoktu. Fakat kan davası ve töre... Elini kolunu bağlıyordu.
Başını iki yana sallayıp kapıyı kapattı. Çöp gibi duran beyaz gelinliğin üstüne basarak yatağına yürümeye başladı. Gelinlikteki dantellerle taşlar Baran'ın ayakkabı iziyle kirlenirken genç adam pantolonunun kemerini çıkarıp savurdu. Öyle yorulmuştu ki bir an önce uyumak istiyordu. Bu yüzden üzerini bile değiştirmedi.
Ayakkabılarıyla çoraplarını da çıkarıp yatağa girdi, yorganı üstüne çekip kıza arkasını döndü. Eğer babannesi hastalanmasaydı saatler önce bu yatakta Dilan'la... Aklına gelen tuhaf düşünceleri dağıtmaya çalışarak gözlerini sımsıkı kapattı ve dakikalar içinde uykuya daldı.
Dilan uyandığında her yeri tutulmuştu. Başı, boynu, omzu, sırtı ağrıyordu. Gece boyu üstü açık kaldığı için üşümüştü de. Dün akşamın acısı şimdi çıkıyordu, saatlerce ağladığından dolayı göz kapakları şişmişti. Kirpiklerini zor kırpıştırıyordu. Buğulu bakışlarını camdan dışarıya çevirdiğinde güneşin doğduğunu, usul usul etrafı ısıttığını gördü.
Sırasıyla pencereden komodine, oradan da yere çevirdi gözlerini. Kendisine ve adama ait olan parçalar zeminin sağına soluna savrulmuş, kıymetsiz şeyler gibi duruyordu.
Asıl acı olansa bir gelinin en değer verip anlam yüklediği eşyalarından biri olan gelinliğin darmadağın olmasıydı. Kuruyan boğazını ıslatmak amacıyla yutkundu, adamın ceketine, kravat ve kemerine baktıktan sonra yatağa çevirdi başını.
Baran'ın bir kolu gözlerinin üstündeydi. Sadece düzgün burnuyla bir erkeğe göre dolgun olan pembemsi dudaklarını görüyordu. Kolu yukarda olduğu için üzerindeki beyaz gömlek kasılmış, adamın geniş göğsüyle kolundaki pazuyu belli ediyordu.
Dilan ses çıkarmamaya çalışarak yavaşça berjerden kalktı. Bacakları bile ağrıyordu. Vücudunu esnetip banyoya girdi. Aynaya bakmaya tenezzül bile etmeden elini yüzünü yıkadıktan sonra saçlarını bir lastik tokayla at kuyruğu yaptı. Yatak odasına geçip Baran'a bakmayarak valizinden gündelik kıyafetlerini çıkardı. Siyah bir eşofman altıyla beyaz renkte badi aldı, gözüne inci modelinde olan tacı çarptı. Onu da kıyafetlerinin üstüne koyup yeniden banyoya gitti.
Sessizce üstünü değiştirdi, tacını taktı, gözleriyle yüzünü ovuşturdu. Her ne kadar kendini bitkin ve kötü hissetse de Karabeylerin içinde güçlü durması gerekiyordu. Yoksa kendisini çiğ çiğ yerlerdi. Dün gece bu adamın kızı acımadan yiyeceği gibi... Dilan zihninde dolaşan bu ayıp düşünceleri uzaklaştırıp temkinli adımlarla banyodan çıktı ve aşağı indi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK VE BEDEL | DİLAN BARAN DİLBAR
FanfictionBir yanda töre yüzünden hiçbir suçu olmadığı halde kan bedeli olarak Karabeylere verilen, aslında üvey evlat olan ve hayatı çalınan güzeller güzeli, masum, pamuk kalpli Dilan... Diğer yanda ölen annesiyle sakat kalan babasının intikamını kan dökerek...