Baran ailesinin kendisine karşı çıkmasına rağmen dediğini yapacaktı. Her ağızdan bir ses çıkıyor, kan dökülmesi için Baran'ı zorluyorlardı. Baran'ın kaşları çatık, bedeni dimdikti. Sağ elini havaya kaldırıp "Yeter!" diye bağırdı. Yüzük parmağındaki babasının emaneti ağa yüzüğü güneş ışınlarıyla parlıyordu. Yüzüğün simsiyah olan taşı sanki Baran'ın ruhunu yansıtıyordu.
Herkes sessizleşti, öfkeli gözlerle ona bakmaya başladı. "Eğer gidip Cevdet'i vurursam bu dava sona ermez. Onlar da karşılık olarak kardeşimi vurur. İpin ucunda sen varsın Cihan. Seni ateşe atmayacağım." dedi Baran keskin bir sesle.
Cihan "Ama abi..." diye söze başlamıştı ki "Ben son sözümü söyledim. Kararıma karşı çıkılmayacak, ne diyorsam o yapılacak. Azade Hanım! Düğün için hazırlıklara başlayın. Oldukça ihtişamlı olmasını istiyorum!" diye tüm iradesiyle konuştu. Tek tek tüm aile fertlerinin gözünün içine uzun uzun baktı. En son bakışları babasına kaydı, yanına gidip elini sıktı.
Kudret'in gözlerinde acıyla karışık gurur vardı. Oğlunun bu zamana kadar olan davranışlarını, Karabeyler soyadını korumak için neler yaptığını, bu aile adına kendi hayatını erittiğini biliyordu. Oğluna güven veren bir bakış attı.
Baran, babasından onayını almıştı, içi biraz olsun rahattı bu yüzden. Gömleğiyle ceketinin yakasını düzeltti, başını dikleştirdi. Göğsünü kabarttı, Azade ağzını bile açamamıştı. Hasan panik içinde annesine bakarken Cihan nefret ve öfkeyle yanıyordu. Bir tek Fırat kendini gergin hissettmiyordu. Kan dökülmemesi için bu yapılmak zorundaydı, Baran'ı destekliyordu.
Kerem "Ben hazırlıklara başlıyorum Baran." dedi kısık bir sesle ve izin alıp çalışma odasına gitti.
Baran kasırga gibi girdiği evden dingin bir rüzgar gibi çıktı. Aslında kan dökülmeyeceği için vicdan azabı az da olsa azalmıştı fakat şimdi bir kızın hayatını karartacaktı.
Arabasına binerken o ailenin de kendi hayatını kararttığı aklına geldi. Daha çocuk yaşta annesine doyamamışken onu kendinden koparmışlardı. Elbette bir bedeli olacaktı.
Jipini kendisine verilen adrese sürmeye başladığında kan bedelini düşünüyordu.
Dilan büyük bir sevinçle eve geldi. Bisikletini zincirleyip kapıyı çaldı. Babası yüzünde korkuyla kapıyı açıp "Çabuk geç kızım." dedi. Dilan o an anlamıştı yine taşınmaları gerektiğini. Yıllardır düzenli olarak şehir değiştirir, yeni bir başlangıç yaparlardı. İlk defa bir şehirde yani İstanbul'da bu kadar uzun kalmışlardı. Dilan bunun sebebini asla öğrenemese de babasının yüzündeki korku, kafasında bir cevap oluşmasına yetiyordu.
"Gidiyor muyuz?" dedi Dilan büyük bir hayal kırıklığıyla. "Evet, kızım. Gitmek zorundayız." dedi Seyit üzgünce. Hanife eşyaları toplamaya başlamıştı. Cevdet de onlara yardım ediyordu, evin içinde gergin bir telaş hakimdi. Zümrüt ise daha okuldaydı hiçbir şeyden haberi yoktu.
Hanife Dilan'ın yanına gelip "Neredesin sen? Kaç saattir kendi başıma iş yapmaya çalışıyorum. Hanımefendinin keyfini bekliyoruz." dedi. "Zaten telefonunu da yanına almamışsın." diye aşağılayıcı bir ses tonuyla konuştu. Dilan'ın yaptığı en ufak bir hatada ya da unuttuğu bir şeyde kızını hep hor görürdü. Dilan sadece yutkunup annesine kırgın gözlerle bakmakla yetindi.
Seyit arka tarafa gitmiş eşyaları toplamaya devam ediyordu. "Ayak altında fazla dolaşma, yardım et, markete git, büyük çöp poşetlerinden al gel." dedi Hanife sertçe. Dilan başını sallayıp biraz para alıp evden çıktı.
Markete giderken kaldırımda dalgın halde yürüyordu, oysaki ne güzel bir haberle eve gelmişti. Kendi hayatını kurmak için büyük bir adım atacaktı ama olmamıştı, gitmek zorundaydılar. O anda kaldırımın kenarından süratle siyah bir jip geçti. Dilan jipin rüzgarıyla hafifçe yana savruldu. Saçları yüzüne çarparken arkasına dönüp "Ne bu acele, sanki ölüm kalım meselesi..." diye söylendi. Aklında binbir düşünce kalbinde yine burukluk vardı. Yüzü hiç gülmeyecek miydi?
Baran jipini park edip indi ve hışımla ev kapısını yumruklamaya başladı. "Açın kapıyı!" diye kükrerken belinden silahını çıkardı. Bu silah kendisine emanetti, gerekmediği hiçbir durumda kullanılmamalıydı. Baran kendine hakim olmaya çalışıyordu, birazdan annesinin katilini canlı canlı görecekti. Buna dayanmak onun için çok zor olacaktı.
Evden hiç ses gelmiyordu, gitmiş olabilirler miydi? Bekleyecek bir saniyesi daha kalmamıştı. Yılların biriktirdiği tüm öfkeyle evin kapısını kırdı ve hızla içeriye girdi. "Nerdesiniz?" diye tüm gücüyle bağırırken kalın sesi evde yankılandı. Hanife ile Seyit salonda başları önlerinde korkuyla bekliyordu. Ayakta, Baran'ın karşısında dimdik duran bir oğlan vardı. Bunun Cevdet olduğunu tahmin etti Baran.
"Sakın bize dokunmaya kalkma sakın!" diye diklendi Cevdet. Baran gözlerini kıstı, hiç hareket etmeden elinde sımsıkı tuttuğu silahıyla aileyi izliyordu. Ortalıkta yarısı paketlenmiş yarısı dışarda duran bir sürü eşya vardı, demek gideceklerdi. Bu gördüğü manzarayla kan beynine sıçradı, gözleri ateşle doldu.
Cevdet'i ittirip Seyit'in önünde durdu. "Ayağa kalk." dedi buz gibi bir sesle. Seyit'in başı önündeydi, korkarak yavaşça ayaklandı. Baran dişlerini öyle bir sıkıyordu ki sanki kırılacaktı. Şu silahla onları vurmamaya çalışmak, kendine hakim olmak çok zordu.
"Annemi benden çaldığın için, babamı sakat bıraktığın için, kardeşimle hayatımızı mahvettiğin için bedel ödeyeceksin Seyit Efendi!" diye insanın içini ezen bir sesle kükredi Baran.
Seyit "Al canımı, sen de kurtul ben de." dedi çaresizce. Cevdet öne atıldı, Hanife "Hayır..." diyerek ağlıyordu. "Babama dokunmana izin vermem!" diye çıldırmış gibi bağırıyordu Cevdet.
Baran aniden Cevdet'e dönüp buz gibi gözlerle bakmaya başladı. "O zaman senin canını alayım?" diye sakince konuştu. Hanife bir anda oğlunun önüne geçti. "Ona dokunma, yalvarırım dokunma." diye bağıra bağıra ağlıyordu. Seyit karısıyla oğlunu sakinleştirmeye çalışırken "Bu bedeli ben ödemeliyim." dedi gözleri dolu dolu.
Baran daha fazla tahammül edemeyecekti. "Susun!" diye bağırdı, silahını havaya kaldırdı. Anında üçü de sesini kesti, Baran Ağa'nın ne söyleyeceğini bekliyorlardı. Her şey onun iki dudağından çıkacak sözlere bağlıydı.
"Ya Cevdet ölecek ya da bana kan bedeli vereceksiniz." dedi. Seyit'in bu duyduğuyla gözleri irileşti. Kızlarından birini istiyordu, Karabeyler cehennemine kızını verebilir miydi? Bir gün değil her gün ölebilir miydi?
Hanife hemen Cevdet'in önüne geçip "Dilan'ı al." dedi yüzünde yaşlarla. Seyit "Olmaz, kızımı vermem. O masum hiç suçu yok!" diye bağırdı. Baran "Bizim de suçumuz yoktu ama sen bir katilsin. Annemi bizden çaldın!" diye gür sesiyle konuştu.
Hanife tekrardan "Tamam, Dilan'ı al git." diye konuşunca Cevdet "Anne, kardeşimi nasıl verirsin, onu nasıl gözden çıkarırsın?" diye çıldırmış gibi konuştu. Seyit dizlerinin üstüne çökmüş içine içine ağlıyordu. Hanife "Vermeyelim de seni mi vursunlar?" diyip Cevdet'e tokat attı. Baran'a dönüp "Al Dilan'ı git!" diye sözünü yineledi.
Baran gözünü bile kırpmadan yıkıma uğrayan aileyi izliyordu. Başka zaman olsa içi ezilirdi. Fakat şimdi yıllardır beklediği intikamını alıyordu. Kan bedelini alıp gidecekti, ayaklarına getireceklerdi.
Baran bir ormanlık alanın adını söyledi. "Kızı bir saat içinde buraya bırakacaksınız. Eğer bir dakika bile geç kalırsanız oğlunuzu son görüşünüz olur." dedi. Silahını Cevdet'e doğru salladı, hepsi korku dolu gözlerle bakıyordu.
Baran Ağa, arkasını döndü. Sert adımlarla evden çıktı. Kan bedelinin ayağına gelmesini bekliyordu. Bir saat sonra herkesin hayatı bambaşka olacaktı.
.
Yeni bölüm geldiii🥀
Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum 🥀
Yakında harika bölümler bizimle olacak.
Yeni bölüm için sınır: 10 beğeni 15 yorum🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK VE BEDEL | DİLAN BARAN DİLBAR
FanfictionBir yanda töre yüzünden hiçbir suçu olmadığı halde kan bedeli olarak Karabeylere verilen, aslında üvey evlat olan ve hayatı çalınan güzeller güzeli, masum, pamuk kalpli Dilan... Diğer yanda ölen annesiyle sakat kalan babasının intikamını kan dökerek...