XII

766 100 36
                                    

"Soobin Beyler geldiler efendim. On dördüncü masa."

İçimi yiyen bir şeyler vardı. Yolunda gitmeyen şeyler ve düşüncelerim. Düşüncelerim çok hızlı ilerliyor durmak bilmiyordu. Aklımdan her şeyi geçiriyordum ve bu rahatsız ediciydi.
Düşüncelerimin verdiği rahatsızlık mideme vurdu, bedenime. Ağzımda hissettiğim acı bir tat beni daha fazla strese soktu.

Onun masasına gitmek, ona hizmet etmek zor geliyordu. Bunu yapan kişi ben olmamalıydım. Feromonlarını almamalı, kurdumu uyandırmamalıydı. Karşısında bir kızla otururken bana bakmamalıydı. Soobin,  bu otelin hissedarlarından biri olmamalıydı.

Hyuka elini omzuma attı. "İyi misin? Kötü görünüyorsun."

Yüzümü ondan sakladım. Hyuka nasıl olduğumu hemen anlıyor ve benimle ilgilenmeye çalışıyordu. Kafamı salladım. Geçiştirmek için rastgele birkaç kelime mırıldandım. Zaten diğer garson hemen Hyuka'yı çağırdı, masalara bakmak için gitti.

"Yeonjun, on dördüncü masaya bak!" Şef garsonun sert sesini duyar duymaz yerimden sıçradım. Buradan kovulmaktan korkuyordum. Başka bir iş bulamazdım. Bulsam bile oradakilerle iyi anlaşamayabilirdim. Burada Hyuka vardı. Bana yardımcı oluyordu.

Duvarın dibinde, karanlık ışıkların altında tek başına oturan alfayı gördüm. Soobin'i. Ellerini masada birleştirmiş karşıya bakıyordu. Bir şeyler düşünüyor gibiydi belki de birisini bekliyordu, o kızı.
Üzerinde siyah takım elbisesi, alnı açık ve teni beyazdı.

Şef garsona döndüm. "Henüz tek başına. Birisini bekliyor sanırım. Şimdi gitmesem daha iyi olur-"

"Masa tek kişi için rezerve edildi. Git."

Anlamayarak baktım. Bu sefer tek başına mı bir şeyler yiyip içecekti? Neden bunu istemişti ki? Bakışlarım tekrardan ona döndü. Üzerimdeki garson önlüğünü sıkıca tuttum. Terleyen avuç içlerimi sildim. Beni bu kadar çok geren neydi bilmiyorum.

Yavaş adımlarım masasını bulurken bacaklarım titriyordu. Yanına gittiğimi fark etti, feromonları buradaydı, benim üzerimdeydi. Ona yaklaştıkça arttı, arttı ve yanında durmamla başımı döndürdü.
Soobin burada çalıştığımı biliyordu. Yanında durdum. Kalbim küt küt atıyordu.

"Hoş geldiniz efendim." Sesim hafiften titrediğinde kendime lanetler okudum. Karşısında küçük düşmek istemiyordum. Ona bakmamak için çok direndim. Soobin kafasını kaldırdı, fark ettim ama yüzüne bakmadım. Gözlerim masadaydı.

"Hoş buldum." Sesi normal. Bana kızgın değil, benden ümitli değil. Tanışmıyormuşuz gibi bir ses tonu, beklediğim bu mu bilmiyordum.

Kafasını geri çevirmedi, bakışlarını yüzümden çekmedi. "Siparişinizi alabilir miyim?"

"Birazdan gel."

Kafamı salladım ve hemen yanından ayrıldım. Dönüp de bakmaya cesaretim yoktu. Onunla başka şeyler konuşmak için cesaretim yoktu. Okuldaki gibi değildim. Savunmasız hissediyordum. Çaresiz. Onun gibi bir alfanın yanında küçüldükçe küçülüyor, sanki yok oluyordum.

Şef garsonun bana bakışlarını yakaladım. Ters ve iğneleyici. Ondan herhangi bir azar yemek istemiyordum. Öyleki Soobin buradayken kendimi ezdirmeyi hiç istemezdim. Yeterince karşısında küçük düşmüştüm, bir kez daha olmasına izin veremezdim.

"Yeonjun, on sekizinci masanın siparişini götür." Uzun siyah tepsiyi elime aldım. On sekizinci masa duvar kenarındaydı. Yavaş adımlarla ilerliyordum. Tepsi neredeyse tamamen içecek doluydu. Masaya yaklaştığım gibi herkes sessizleşti. Hepsi takım elbiseli genç insanlardı. İş yemeği olduğunu düşündüm.
İçecekleri masaya koyarken bir tanesi bana yardım etti. Teşekkür ettiler ama geri dönüp gideceğim sırada bir tanesi, "Ben kokteyl istememiştim." diye bağırarak itiraz etti. Onun bardağını almak için uzandım. "Özür dileriz efendim."

"Bana şarap getir. Aynılarından. Acele et."

Bardağı tepsiye koyup hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerlerken Hyuka yanıma geldi. "Bu tipler de var. Sıkma canını." dedi sırtımı sıvazlayarak. Zorla gülümsedim. Yapabileceğim tek şey buydu.

Hyuka'yı mutfaktan ayrılırken yakaladım. "Çıkıyor musun?"

"Hmhm." Gülümsedi. "Bugün erken çıkmam gerekti. İdare edebilirsin değil mi? Patronla konuşmuştum."

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Oldukça doluydu ama idare etmek zorundaydım. Kovulmak istemiyordum. Ne pahasına olursa olsun devam etmeliydim. Hyuka üzerini değiştirmek için gitti. Hazırlanan siparişi başka bir masaya götürdüm. Tabakları masaya koyarken ellerim titriyordu. Başka bir masanın daha siparişini götürdüm.

Şef garson bana yardım etmeye çalışıyordu. Tek başıma koskoca kafeye bakmak çok zordu. "Yeonjun!" Şef garson bana seslendi. "Şarabı götürmemişsin. On sekizinci masa." Ellerim titreyerek, soğuk terler akıtarak bardağı tepsiye koydum.

"Çok beklettin." dedi başını iki yana sallayarak. Bu benim için kötü bir şeydi. Onun karşısında sipariş unutmam daha kötüydü.
Tepsi elimde, arkamı döndüğüm gibi birisiyle burun buruna geldim.

"Bu mu benim siparişim?" diye sordu öfkeli sesiyle on sekizinci masadan kalkıp gelmiş olan genç oğlan. Gözlerine bakarken korktum. Ne kadar öfkeli olduğunu nefes alış verişinden bile anlayabiliyordum.

"E-evet efendim-"

Birden, ben ne olduğunu henüz çözememişken tepsideki bardağı aldığı gibi başımdan aşağı döktü. Bardağı öfkeyle yere attı, "Yenisini getir." dedi beni omzumdan geriye ittirerek.

Gözlerim doldu. Cevap veremedim, veremezdim. Bu işi kaybettirecek hiçbir hareketi yapamazdım. Saçlarım ıslaklıkla aşağı düştü, alnıma yapıştı. Yüzümden damlayan, saçlarımdan akan şarap beyaz gömleğimi batırdı.
Genç oğlan masasına geri döndü. Ben olduğum yerde aptal gibi dikilirken şef garsonla gözgöze geldim. Gözlerim bulanıklaştığı için net göremiyordum ama yüzünden ve bakışlarından her şey belliydi. Bu işi kaybedecektim.

Hala kendimi affettirmeye çalışır gibi yere eğilip kırılan cam parçalarını toparlamaya çalıştım. Net göremiyor, bu yüzden de parçaları seçemiyordum. Avucuma topladığım küçük parçalardan birisi parmağımı kesti ama umursamadım. Kan damlaları yeri kirletirken şimdi de orayı silmem gerektiğini düşünüyordum.

Ben yerdeki parçaları toplamaya devam ederken önümde bir gölge oluştu, karanlık. Sıkı bir el bileğimden yakaladı beni. Tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Bunun şef garson olmasından korkuyordum ama değildi. Bu Soobin'di. Elime topladığım cam parçalarına baktı ve avucumu eline alıp hepsini yere döktü.

Sonra da beni peşinden sürükleyerek oteldeki odasına çıkardı.

-

merhaba.

ben valjie.

beklettigim icin uzgunum bebeklerim.

😙😙🩷🩷

benim gençliğim- yeonbin (omegaverse)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin