Peki cani bir subay,sevilebilir miydi?
Aklımdaki bu soruyla geçirdim saatlerimi. Hava kararırken içimdeki sesi dinledim.
Ve sonunda, kendimi yine onda buldum. Onun kaldığı yoğun bakım ünitesinin önünde... Ancak bu sefer orada büyük bir kalabalık gördüm. Hiç görmediğim kadar büyük bir kalabalık. Onlarca asker üniformalı adam vardı,onlarca ağlayan insan.
Birden herkesin bakışları bende toplandığında başımı eğdim. Tam bir adım geriye gidecekken durdum.
Niye kaçıyordum ki?
Başımı kaldırdım, adımımı ileriye doğru attım. Kalabalığa yaklaştım,onun odasına bakan camın önüne kadar yalpalayarak yürüdüm. Her adımımda dudağım daha çok titriyordu. Çünkü ben kendime itiraf etmeye korktuğum şeylerle başbaşaydım.
Ellerimi yumruk yapıp iyice sıktım. Ve o camın tam önünde durdum. Gözlerimi sıkıca açıp kapadıktan sonra derin bir nefes aldım. Ona bakmak için tüm gücümü kullandım.
Ve onu gördüm.
Çiziklerle karalanmış yüzünü,ellerini,kollarını... Ve köprücük kemiğinin üzerindeki onlarca dikişi. Sızlamaya başlayan gözlerimi yumdum. Alnımı cama yaslayarak sessizce ona seslendim.
"O kadar da güçlü değilmişsin Subay..."
Çatallı sesim ona ulaşmamıştı ama beni hissettiğini biliyordum. Belki de sevmek böyle bir şeydi. Belki de onun ruhunu kalbinde hissetmekti...
Bilmiyordum ama ben, onun ruhundaki yaraları en derinimde hissediyordum.
Korkuyla titredim. Bir süre çaresizlikle gözlerimi kapalı tuttum. Ancak bu çok da uzun sürmedi. Çünkü omzuma değen bir el,beni sarsmıştı.
Hızla toparlanıp arkama döndüm.
Ve ardından omzumdaki elin sahibi olan orta yaşlı kadını yavaşça süzdüm. Yaşlarla dolu gözlerini gördüğümdeyse, hiç olmadığım kadar çaresiz hissettim.
Hissettiklerim onun gözlerindeydi. Çünkü o da en değerlisini kaybetmişti.
"Taehyung sensin değil mi?"
Bu sorusuna kaşlarımı kaldırdım, ardından başımı salladım. Şaşkınlıkla onun yüzüne baktım bir süre. Kan kırmızısı dudakları,okyanus gibi hareleri, porselen bir teni vardı. Boyu ise benden biraz kısaydı.
Subay'a çok benziyordu... Belki de annesiydi?
Bu düşünce ile sertçe yutkundum. Boğazımdaki kördüğümü çözmek için uğraştım ama olmadı. Kadına bir süre bakamadım. Başımı eğip onun sesini bastırmaya çalıştım. Çünkü Subay,kafamın içindeydi.
"Kalbime zararsın deli..."
Onun o melodiyi andıran sesini duyduğumda gözyaşlarım bana ihanet etti. Ve sözcüklerim dudaklarım arasından firar etti.
"Kalbime zararsın Subay."
Bu doğruydu. Kalbimi acıtıyordu. Onun içeride öylece uyuması canımı yakıyordu.
Etrafımdaki tüm sesler,insanlar bir bir silindiğinde arkamdaki cama yaslanıp ağlamak için kendime izin verdim.
Ve o an,kendime itiraf etmeye cesaret edemediklerim bir tokat gibi yüzüme çarptı. Sersemlemişçesine etrafıma bakındım. Gözlerimi hızla kırpıştırıp dudaklarımı oynatmadan onu çağırdım. Ancak o içerideydi. Subay içerideydi.
Elimi sol tarafıma,göğüs kafesime koydum. Ve o an,tenimden taşmaya hazırmış gibi atan kalbimi hissettim. Korkuyla çarpıyor, karşımdaki kadının beni sarsmasıyla daha da hızlı atıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mr. Schizophrenic
FanfictionBir gece ansızın kaldığı akıl hastanesinden firar eden Kim Taehyung,yolda giderken o hastaneden kaçanları öldürmekle görevli olan cani subay Jeon Jungkook ile karşılaşmıştı... tk' 261023