Jeongguk
Uyandığımda alarmın çalmasına daha bir saat olduğunu gördüm. Başta uyumayı düşündüm ama bir sabah koşusunun hiçte fena gitmeyeceğine karar verdim. Hava ne iyi ne güzel olduğundan üzerime ince bir hırka alıp evden çıktım. Geç kalmak istemiyordum bu yüzden o kadar da çok koşmayacaktım. Evin yakınlarında güzel bir yer vardı. Oraya gitmeye karar verdim.
Çok kişi yoktu, bu da benim işime gelmişti. Kafamı rahatlatmak için. Garip ama yarım saat boyunca aralıksız koşarken düşündüğüm tek şey o sarı saçlıydı.
Hem çok tanıdık hem de çok yabancıydı.
Ne kadar düşünsemde bir sonuca ulaşamadığım için boşverdim. Güneş yavaştan kendini göstermeye başlayınca eve geri döndüm. Hızlıca bir duştan sonra gözüme hoş gelen rastgele bir takım elbiseyi giymeye başladım. Kahvaltı etmeden zaten dışarıda beni bekleyen arabaya indim.
Bugün kadroyu düzenlemek için öğretmenlerin hepsinin dersine girmem gerekiyordu. Böylece dersi işleyiş ve anlatış biçimine veya öğrenciler ile olan ilişkilerine bakacaktım. Bir günde hepsini bitiremezdim bu yüzden en üst sınıflardan başlayarak küçüklere inmeye karar verdim. Öğretmenlerin bundan haberi yoktu çünkü zaten ben girince hareketlerine çekidüzen verip oyunculuklarını konuşturacaklardı.
†
Geriye iki ya da üç sınıf kalmıştı. Sıradaki sınıfa baktım. D şubesiydi. Kapıyı çalıp girdiğimde her sınıfta olan uğultunun birden kesildiğini hissetmiştim. Hoca da dahil niye burada olduğumu anlamamış olmalarındandı sanırım. Kabaca göz gezdirip öğrencileri incelerken gözüm arka sıralarda birine takıldı. Sarı saçlıya. Birkaç saniye gözümü alamadım. Ta ki öğretmen tarafından bir konuşmaya çekilene kadar.
"Hoşgeldiniz Müdür Bey."
Buraya ne için geldiğimi hatırlayıp,
"Hoş buldum Chun-ae Hanım. İzniniz olursa bir dersliğine sizi dinlemek istiyorum."
Kadının niye hâlâ burada olduğuma anlam veremediği yüzünden belliydi.
"Tabii ki. Dilerseniz buraya gelebilirsiniz."
Derken bir eliyle kendi oturduğu yeri işaret etti.
"Hiç gerek yok. Ben arkada bir yerlerden izleyeyim. Lütfen ben yokmuşum gibi, çekinmeyin."
Dedikten sonra arka taraflarda boş yer olup olmadığına baktım. İki yer vardı. Birisi ortalarda bir yerde, diğeri ise tam onun arkasında. Hiç düşünmeden onun olduğu kısma doğru ilerledim. Kafasını bir kaç kez arkaya çevirmiş, arkasının boş olduğuna kanaat getirmişti.
Bu onun için iyi mi ya da kötü bir şey miydi bilmiyordum. Güya dersi dinleyip işleyişe bakacaktım ama o an nasıl odaklanacağımı bilmiyordum çünkü önümdeki sarışının kokusu buradan soyutlanmamı sağlamıştı. Mayıştırıyordu resmen.
Jeongguk kendine gel oğlum.
Sesler uğultu haline gelmeye başlamıştı. Gözlerimin tek odağı önümde oturan sarı saçlı bedendi.
"
Yanımda duran en az benim kadar iri bedenle birbirimizi ite ite yemekhaneye doğru ilerledik. Grupta hemen arkamızdan gelmişti zaten. Yemek sırasını beklemeyip direkt önlere atmıştık kendimizi. Hepimiz aldıktan sonra bizim için hep boş bırakılan masaya ilerledik. Oturup yemeye başlamıştık ki gözüme bir beden takıldı. Oturduğu yerde iyice sinmiş ve kafasını önüne eğmişti. Geri yemeğime döndüm ama aklıma gelen şeyle yemeğimi alıp yerimden kalkmam çok uzun sürmedi. Yanı , her zamanki gibi, boştu. Sandalyeyi çekip oturdum.
"Vay, görüşmeyeli nasılsın?"
Şaşırmışa benziyordu. Beni beklemiyordu anlaşılan.
"Ne o, başka birini mi bekliyordun?"
Cevap vermeyip yemeğine geri döndü. Bu biraz sinirlendirdi. Yine de oyunumu bozmayıp devam ettim.
"Ah, senin baharatlı yiyecekler sevdiğini duymuştum. İzin ver sana yardımcı olayım."
Her masada bulunan toz acı biberlerden birini kaptım ve yarısından çoğunu yemeğine bocaladım.
"Bu yeterli mi? Sessiz kaldığına göre evet demek sanırım. O zaman soğutmadan yemeğini ye."
Bakışlarını hala yemeğinde sabit tutuyordu ve bu benim sinirlerimi bozuyordu. Sandalyesinin bir köşesinden sertçe kendi yanıma doğru çektim.
"Yeterince anlayamadıysan bu sefer daha detaylı anlatabilirim."
Etraf çoktan susmuş çoğu kişi bize odaklanmıştı. Arkamda kalan grubumdan kahkaha sesleri geliyordu.
Tabii ki kimse o yemeği yiyemezdi. Yemekte istemezdi. Ama o yemek zorundaydı. Çünkü ben öyle istemiştim. Ve o da bunu biliyordu. Eğer yemezse bunun çok daha fazlasına maruz kalacağını da biliyordu. Az önce bıraktığı kaşığı geri eline aldı ve acının yemeğe en az geldiği yeri seçmeye çalışarak küçükte olsa kaşığına doldurdu. Hemen ağzına atmayıp sanki çok ilginç bir şey varmış gibi yemeği izlemeye devam etti. Hafifçe öksürmenin ardından yavaş hareketlerle yemeği ağzına götürüp çiğnemeye başladı. Teninin hassas olduğunu daha önceki olaylardan dolayı biliyordum. Teni de bunun doğruluğunu tekrar kanıtlamak ister gibi birkaç saniye içinde kızarmaya başlamıştı bile. Bir yandan kızarmaya devam ederken diğer yandan öksürükte ona eşlik etmeye başladı. Hızlıca yanında duran suya uzandı. Ama suyu önce ben alarak buna engel oldum.
"Tam da susamıştım biliyor musun? İçmem de bir sakınca var mı?
Cevabını beklemeden kafama diktim. O hâlâ öksürmeye devam ediyordu.
O çorbanın tamamını ona içirmeden oradan da kalkamayacaktı.
"
Kalabalığın sesi kulağıma yavaş yavaş gelmeye başlayınca nerede bulunduğumu farkettim. En son sarışının arkasına oturmuş dersi dinleyeme çalışıyordum. Etrafıma bakındım. Şuan kesinlikle burası üzerime gelmeye başlamıştı. Gitmemin en iyi seçenek olduğunu farkettim ve hiç düşünmeden kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ne kadar az kalırsam o kadar iyiydi benim için. Hoş çıktıktan sonra nereye gideceğimi de bilmiyordum. Okuldan uzlaşmak en iyisiydi sanırım. Arabaya bindim ve buradayken en huzurlu hissettiğim yere doğru sürmeye başladım.
Küçükken annemin ne zaman babam yüzünden dayak yesem beni götürdüğü yere.
Jikook vous souhaite à tous une bonne année.
30.12.23
Uzun yazı yazamıyorum.