GİRİŞ

53 3 0
                                    

24  Kasım 2023

Türkiye-Irak Sınırı

Hava soğuktu, kasım ayında olmamıza rağmen dondurucu bir soğuk söz konusuydu. Ama üşümüyordum; silah, bomba, bağırış sesleri kanıma delicesine adrenalin salgılıyor, acı ve soğuk hissimi bastırıyordu.

"Komutanım adamlar etrafımızı sardı!" Kendimi çatıştığımız mekanın kolonlarından birisine siper edip şarjörümü değiştirirken Aren bunları haykırdı. Evet, gerçekten de etrafımız sarılmıştı. Belki de çıkmak imkansızdı. Ama sorun bu değildi, bizim her günümüz ölüm gibiydi zaten.  

Şarjörümü taktıktan sonra saklandığım kolondan çıkıp camın kenarına saklanan bir teröristi göğsünden vurdum, ben hariç timdeki herkes çıkışa doğru koşuyordu. İçeride tek ben kalmıştım.

"Azra, çıkış temiz. Koş! Tekrardan içeriye bastıracaklar!" Visal haykırdı. Tam o sırada önüme atılan bir ses bombası ile kulaklarımın sağır edici bir ses ile karşılaşması bir oldu. Kulaklarım deli gibi çınlıyordu, yüzümü buruşturdum ve önüme bakmadan koşmaya devam ettim. Buradan çıkmazsam ölebilirdim.

Hoş, ölsem de şehit olurdum zaten.

Ama benim asıl amacım ölmek değil, yaşamaktı.

Timin haykırışları ve silah sesleri birbirine karışırken, içeriye teröristlerin akın ettiğini duyabiliyor ve hissedebiliyordum. Önümdeki duman bulutundan Demir'in yüzünü görmem ile doğru yöne koştuğumu anladım.

Toz, duman ile kaplanmış koridorda koşarken Koray'ın sesini duydum "Azra Komutan'ım, içeriye dalalım isterseniz!", dedi. 

Yani... mükemmel gururumun kahyası buna izin verecek gibi durmuyordu.

"İyiyim!" diye seslendim, birkaç kez öksürdüm ve devam ettim. Arkamda bir ordu vardı. Dümdüz koşmak tehlikeli olduğu için sağa sola saklanıyor, birkaç el ateş edip öyle koşmaya devam ediyordum. Tam bana ateş eden adamı vurduğumda, arkamdan başka birisi bana ateş etti.

Mermi bacağımdan girmişti.

Bu beni durdurmaya yetmedi, bir mermiyle ölecek birisi değildim. Zaten çok derin girmemişti, devam edebilirdim. Ağzımdan çıkan acı dolu inlemeye engel olamadım, bu halde koşunca bacağıma yoğun bir sızı giriyordu ve hızım büyük ölçüde yavaşlamıştı.

"Azra, iyi misin?!"

"Azra!"

Koştukça bacağımdaki mermi kendini belli etmeye başladı. Tökezledim ve yere düştüm. Toparlanıp ayağa kalkacakken sırtımdan bir mermi daha yedim, öksürdüğümde ağzıma gelen kanları tükürdüm. Görüşüm bulanıklaşmaya başladı, kulaklarım deli gibi çınlıyordu. 

Bir, iki, üç... ve daha birkaç mermi daha, belki de daha azdı. Yine de kesinlikle 2'den daha fazla mermiyi vücudumda hissediyordum. Timin bağırışları çok boğuktu ve hiçbir şey anlayamıyordum. Yere serildiğimde gözlerimi açık bırakmaya zorladım, başımı çıkış kapısına doğru yavaşça çevirdim. Kısık ve bulanık bakan mavi gözlerim, bana doğru koşan Aren'i yakaladı. 

Adrenalinin hissettirmediği soğuk hissi yavaş yavaş kendini gösteriyordu...

Ya da ben ölüyordum, o da bir ihtimal.

Sahi, bu kadar kolay mıydı ölmek?

Aren'e doğru bakan boş gözlerim bana son bir şey hatırlattı: Zeynep Arslan'ı.

Çocukluk arkadaşımdı kendisi, şimdi ikimiz de farklı şehirlere dağılmıştık. O okuyup doktor, ben ise hayallerimdeki gibi asker olmuştum. En son konuşmamızda ise bana bir sürprizinin olduğunu söylemişti. Görevde olduğum için onunla konuşamamıştım, galiba gerçekten sürprizini göremeden şehit olacaktım.

MEFTUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin