Saat gece yarısını geçmişti. Annemin pazardan aldığı antika gibi duran, kenarları sararmış saate baktım. 12.03. Kafede hala birkaç müşteri kalmıştı. Benim gözlerimden yorgunluk akmasına rağmen onlar yeni uyanmış gibiydi. Sürekli garsonlardan çay ve kahve istiyorlardı. Bu tip müşterileri bilirsiniz. Bütün gününü kafede geçirir, gelen gidenle sohbet eder. Orada avlanmaya çıkardı veya röntgenleme yapardı. Sanki hayattan başka hiçbir beklentisi yokmuş gibi kafede yaşar, orada büyür, ergenliğe girer ve geri kış uykusuna yatardı...
Birkaç dakika sonra, son müşteri de sonunda gitmişti. Bütün garsonları ve çalışanları evlerine, adam gittikten hemen sonra yollamıştım. Annem, acil işi olduğunu söyleyip saat dokuz civarı ayrılmıştı, kafeyi benim kapatmamı kendisinin uğrayamayacağını söylemişti.
Bugün normalden de çok fazla müşteri ağırlamıştık ve haliyle yorgunluğumuz had safhaya çıkmıştı. Bütün çalışanları göndermiştim, onlar da çok bitkin düşmüştü. Kafenin girişindeki tabelaları ve neon ışıklı yazıları içeri aldım, dışarıda duran tekli masayı ve sandalyesini de girişini hemen yanına koydum. Mutfaktaki çay ocağını ve diğer elektronik cihazların fişini çektim ve evet, gitmeye hazırdım. Gözlerimden uyku akıyordu, neredeyse bayılacaktım.
Kasanın hemen yan tarafındaki metal askılıktan gri ceketimi ve artık eskimeye yüz tutmuş, çakma deriden yapılma çantamı aldım. Çantayı sağ omzuma geçirdim ve kafeyi kilitleyip kendimi Yozgat'ın akşamına bıraktım.
Hava çok sessizdi, tek bir çıt bile yoktu etrafta. Caddede yürürken neon tabelaların yansıması gözlerimi aldı, küçük tatlı kediler koşarak yanımdan geçiyordu. Ayakkabımın tıkırtıları yankı yapıyordu sanki. Hafif esen rüzgar ağaçları hırpalıyordu. Hışır hışır hışır... Bu memleketin akşamlarını çok seviyordum, ayrı bir havası vardı. Yalnız gezmenin verdiği bir keyfi de cabası. Ne zaman işten çıkıp eve doğru yürüsem kendimi çok iyi hissederdim, şu an da olduğu gibi.
Tatlı bir yorgunluk vardı üzerimde, iki elimle de çantamı tutuyordum. Bu kadar güzelliğin, hissetmenin bir de zıddı vardı tabii ki.
İçimde az da olsa bir ürperti oluşmuştu, bunları hissetmeyi hiç istemesem de ne zaman eve tek başıma gitsem oluşuyordu. Genelde hep annemle birlikte eve giderdik, koluma girer, kafasını omzuma yaslar ve yarı uykulu bir halde evimize giderdik ama bugünlük istisna oluşmuştu. Bugün biraz daha cesaretli olmalıydım. Kulaklığımın bağlantısını açtım, telefonumu bağladım ve slowed-reverb bir müzik açtım, yolda giderken sosyal medyada gezinmek istemiyordum. Şu an azda olsa içimde biraz kaygı oluşsa da akşamın tadını çıkarmak da istiyordum.
Caddenin karşısındaki diğer kaldırımda siyahlara bürünmüş bir adam gördüm, bütün kıyafetleri siyahtı, ellerini ceplerine sokmuş, penguen gibi paytak paytak yürüyordu. Duyguların beni kontrol etmesine izin vermedim, az da olsa heyecanım artmış, kalbimden sesler gelmeye başlamıştı. Kendimi müziğin ritmine bıraktım, baş hareketleriyle uyum sağlamaya çalışıyordum. Adamı unutmuştum, arkama baktığımda adam çoktan kaybolmuştu bile. Bugünlük bildiğim yoldan gitmeme kararı aldım, farklı bir yoldan gidecektim eve. Ne olur ne olmaz bu adam ürkütmüştü beni, riske atmak istemedim. Belki de bu adamdan bir zarar gelmeyecekti, paranoyak olmuştum... Caddeden çıkmak için sol taraftan ana yola saptım; sokak dar ve uzundu. Sağımda bir lise vardı, demir parmaklıkları paslanmıştı. Solumda sıradan modernlikten çok uzak binalar karanlıkta dinleniyormuş görüntüsü veriyordu. Ağaçlar sanki her an beni korkutacakmış gibi sokağın etrafına doğru uzamıştı.
Bu düşünceler az da olsa tedirginliğimi azaltmıştı. Kız da olsa erkek de olsa kendimce gecenin yarısında tek başına gezmek yürek isterdi. Benim korkum belki biraz insanlardan geliyordu ama esas korkumun kaynağı karanlıktı. Ne kadar karanlığı sevsem de, korkuyordum ondan. Çünkü oradan ne geleceğini bilemezdiniz, bir anda neler olup biteceğini, sizi içine çekip bir kara deliğe hapis edebileceğini... Belki ölüm vardı orada, canımızı almaya gelen Azrail belki de orada bekliyordu, aldatılan eski sevgilimiz de oralardaydı belki de, intikam istiyordu; geçmişin hayaletleri de oradaydı belki de, ihanete uğramış saf ve temiz ruhlarken, günahlarla kirlenmişlerdi, bizim için bekliyordu hepsi; bazen de huzur veriyordu karanlık, yalnızlığın verdiği o tadı damakta bırakan lezzet, kendi kendimizle düşünebildiğimiz, konuşabildiğimiz en uygun ortamdı, insanlığımızı sorgulayabiliyorduk orada, herkes eşitti, çünkü orada tek bir renk vardı siyah; ölümcül, kapkaranlık mutlak bir siyahlık... Ten rengimizi de, düşüncelerimizi de tek bir renge boyuyordu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON DEFA
Mystery / Thriller"Sonu düşünülmeyen hataların bedeli ağır olur." Naz'in çalıştığı kafeye iyi giyimli bir kadın gelir. Kadın bir kahve ısmarlar ve Naz'ı görür. Onunla bir süre sohbet etmek ister. Kahve gelir ve ikili kısa bir süre konuştuktan sonra kadının telefonu ç...