5. BÖLÜM

2 1 0
                                    

Eve girdiğimde ışıklar yanmıyordu. İçerisi zifiri karanlıktı. Salondaki perdeler çekilmemişti, sokak lambalarının ışığı parça parça pencereden ve tül perdeden içeri giriyordu. Karanlık ve yer yer sarı ışık hüzmeleri bilindik ev huzuru veriyordu.

Annem uyuyordur diye düşündüm. Yaşadıklarımı ona anlatınca nasıl bir tepki verecektir diye merak ettim. Muhtemelen en kalitelisinden iyi bir kızardı, sonra da üzülür geri gelir sarılırdı. Böyle anlarda büyüklerin hep böyle zıt davranışlarına çok anlam veremezdim, hala da veremiyorum. İlk başta, hep çocuklarına kızarlardı. Sonra da içleri acır; öfke, endişe yerine merhamet ve sevgi gelirdi. Çok tuhaf değil mi? Belki de akranlarım veya bizden küçükler hiç evlat sahibi olamadığımızdan bu gibi durumları çok iyi anlayamıyoruzdur?

Karanlıktaki düşüncelerimden sıyrıldım. Koridordan geçip hızlıca annemin odasının kapısının önüne geldim. Kapı hafif aralık duruyordu. Yavaşça ittim ve kafamı içeri sokup içeriye göz gezdirdim. Boştu. Yatağı hiç bozulmamıştı. Kapının yanındaki ışığı açıp bir daha baktım, yine boştu. Hızlı bir şekilde evin diğer odalarını da gözden geçirdim. Hepsi boştu. Endişelenmeye başladım. Hemen telefona sarıldım ve titreyen parmaklarla numarasını tuşladım. Telefon çalmaya devam ediyordu, bir süre çaldı, sonra telesekreter devreye girdi. Bir daha aradım ve bir daha... Hayır telefonunu açmıyordu. Endişeleniyordum, annem daha önce hiç böyle davranışlar sergilemezdi. Başka arayabileceğim kimse yoktu. Komşuları rahatsız edip annemi sormak istedim ama şimdi onların tatlı uykularını bölmek istemiyordum. Polisi mi aramalıydım acaba? Hayır, fazla abartıyordum, belki de kafeye gitmişti, bir şeyler unutmuş da olabilirdi. Ya da bir arkadaşı? En iyisi beklemek diye düşündüm. Kafamdaki olumsuz gelecek senaryoları oluşmaya başlamıştı. Başına bir şey mi geldi, birileri bir şey mi yaptı? Belki de bana söylemediği bir sıkıntısı vardı ya da yalnız kalmaya ihtiyacı vardı?

Odama geçtim, çantamı kapının arkasına astım. Kıyafetlerimi çıkarıp banyoya geçtim. Kapısını kilitledim. Kana boyanmış kıyafetlerimi kirli sepetine attım. Gözlerim bir an aynaya takıldı, gördüklerim gerçekten rahatsız ediciydi. Kendimi hiç bu kadar yıkılmış bir vaziyette görmemiştim. Sinirden kahkaha atmak üzereydim. Kirpiklerime sürdüğüm bütün rimel neredeyse akmıştı, hem de gözyaşı şeklinde. Yüzümü sıvazlamış olmalıydım ki yanaklarıma da bulaşmıştı. Birisi "sürpriz" diyerek suratıma su fırlatmış gibiydi. Saçlarım darmadağınıktı, sanki onlara balon sürtmüşüm de elektriklenme olmuştu. Ellerim de tane tane kan lekeleri de vardı. Gözlerimin altında çizgiler ve morluklar birbirlerine savaş açıyordu. Bir gecede bir milyon yıl yaşlanmış gibiydim. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Caner'in beni bu halde görüp neler düşündüğünü hayal ettim. Kafamda pek de iç açıcı senaryolar oluşmadı. Derin bir nefes adım. Ellerimi yıkayıp kendimi sıcak duşa bıraktım.

Banyo giderine kan ve rimelimin siyah renkleri karışıyordu. Bu seferlik sıcak su beni rahatlatmamıştı, acılarımı suya dönüştürüp sonsuzluğa göndermemişti. Ne zaman gözlerimi kapasam o kadını görüyordum. Ağlamak geldi içimden, kendimi fazla tutmadım. Duş başlığından sıcak sular akarken iki kolumu duvara yasladım ve kendimi bıraktım, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum, bu sefer gidere gözyaşlarım da eklenmişti. Ama bu ayrıntıyı sadece ben fark edebilirdim. Banyoda ağlarken kimse sizin ağladığınızı fark etmezdi. Akan su sesinden dolayı ne hıçkırıkların sesi ne de sudan dolayı gözyaşlarının yüzde bıraktığı anlamlı, sadece bizim gezindiğimiz o acı veren yollar... Kuruyan gözyaşlarını kimse göremiyordu. Akan su onları da temizliyordu. Özgürdüm burada; ağladığımdan dolayı kimse bana acımıyor ya da yargılamıyordu.

Neye ve niçin ağladığımı bilmiyordum. Hayatımızda bazen olur, sebepsiz ağlayışlar. Aniden gelir. Sanki en derindeki acılarımız aniden açığa çıkmış da durduk yere canımızı yakıyordu. Normal olanından tek bir fark vardı, o derindeki acıyı fark edemiyorduk. Ama içimizdeki birileri hissediyordu o bizim bilemediğimiz acıyı ve ağlamak istiyordu. Çünkü ağlamak rahatlatıyordu insanı, her bir gözyaşı damlasının yere düşmesiyle siliniyordu acılar. Belki de gözyaşlarının içinde anılar, bize acı veren o günler, tatsız ayrılıklar vardı. Onlar her yere düştüğünde siliniyordu belki de, bu yüzden ağlamak bizi rahatlatıyordu. Tek tek damla damla düşen gözyaşları...

Ağlama seansım bittikten sonra duştan çıktım, bornozumu giydim ve banyo kapısının kilidini açtım. Tam kapı koluna uzanacak iken içimden bir korku dalgası geçti. Evde yalnızdım, yine karanlık korkum az da olsa kendini göstermişti. Karanlıkta o kadını gördüğüm andan itibaren bu obsesyonum daha da artmıştı. Biraz cesaretimi toplamayı denedim. O kadını aklımdan çıkarıp yerine annemi koydum En azından korku yerine merak ve endişe duygularımı ön plana çıkarmalıyım. Kapıyı açtım ve koridora hızlıca göz attım. Odama geçtim ve hemen telefonuma baktım. Kimse aramamıştı. Annemi yine aradım, yine açmadı. Az biraz öfke tohumları içimde boy göstermeye başlıyordu. Bir günde bu kadar fazla duygular yaşamanın normalliğini de o an sorguladım. İçimde hem korku vardı hem de endişe; annemin evde olmayışı ve telefonlarımı da açmaması...

Hemen kurulandım, saçlarımı kule gibi havluya sardım. Gri eşofman ve üzerime beyaz renkli tişörtümü giydim. Karnım kazınmıştı. Bu kadar olay yaşadıktan sonra acıkmam gayet normaldi. Evet, bir şeyler hazırlamam gerekiyordu, hem de annemi bekleyerek vakit öldürmüş olurdum.

Mutfağa geçtim ve bir kaseye yulaf ezmesi ve süt koydum, içine bir diş muz dilimledim. En son olarak da tarçın döküp mikrodalga fırına koydum. Birkaç dakika ısındıktan sonra çıkardım. Uykusuzluktan göz kapaklarım sanki on kilo olmuştu, onları taşımakta zorluk çekiyordum ama bir kahveye hayır diyemezlerdi, annemi beklemem gerekiyordu. Uyumalıydım biliyordum ama annemi merak da etmiyor da değildim. Mutfak masasına geçtim; bir kase yulaf ezmesi, kahve ve telefonum önümdeydi. Paramparça olmuş zihnim, birbirine girmiş duygularım de bunlara eşlik ediyordu. Hem açtım, hem uykusuz... Nasıl oluyorsa ne yemek yemek ne de uyumak istiyordum. Şu fani dünyada kararsız kalmak ne kadar acı vericiydi.

Telefonuma sarıldım ve bir kez daha aradım. Her çalışta kalbimden bir küt sesi geliyordu, karnımdan da bir sıra endişe dalgası geçiyordu. Birkaç dakika bekledim, yine telesekreter girdi devreye. Sıkılmıştım artık, bu kadın neredeydi. Saat gece yarısını çoktan geçmişti, nereye kaybolurdu bu kadın. Arkadaşlarına mı gitmişti, yoksa başka bir yere mi? Bir gecede ebeveyn olmuştum. Demek ki onlar, biz eve geç gelince bunun gibi şeyleri hissediyorlardı.

Kafamı salladım ve derin bir nefes aldım, istemeye istemeye yulafımı kaşıklamaya ve uykusuzluktan acı çeken her bir hücremden özür dileyerek kahvemi içmeye başladım. O kadın gözümün önünden gitmiyordu, kanlar içinde kalmıştı. Yulafı çiğnerken gözlerim duvara sabitlendi. Ölümü düşündüm o anda. Ölmeyi. O kadar pahalı çanta ve kıyafetlerin içinde ölmek. Tuhaf bir deneyim olsa gerek. Ölürken bile insan acizdi, onu koruyan hiçbir şey yoktu. Ölüm geldiği anda insan asla geri gitmiyordu. Tek bir gerçek vardı ölmek.

Kahvemden büyük bir yudum aldım.

Kadını zihnimden çıkardım. Yemeğimi bitirdim, bulaşıkları mutfak lavabosuna koydum, onları sabah yıkardım. Yine, sanki dondurucuya girip beş dakika kalıp dışarı çıkmışçasına titremeler tutmuştu beni. Dış kapıyı sonuna kadar kilitledim. En azından annem gelene kadar yatağımda yatabilirdim. Uyumak değil de, endişelerimden ve olası gerçekleşebilecek olumsuz gelecek senaryolardan uzaklaşmak için. Sabaha kadar gelmezse de polise gidip kayıp ihbarı verecektim. Evet, böyle yapmalıydım. Hala annem için endişeleniyordum, korku da endişenin hemen arkasından gülümsüyordu. Bu duyguları kontrol etmenin bir yolu yok mudur diye düşündüm. Pozitif olmaya çalıştım: Annemin çevresi genişti, belki de arkadaşlarının yanına gitmiş ve alkolden sızmıştı? Evet, ara sıra alkol içerdi. Bana, babamla ayrıldıktan sonra başladığını söylemişti. Bir doğum günü partisine gitmiş, fazla alkol içmiş ve orada uyumuş kalmıştı. Yine içimi korku kapladı, peki o partide annemin başına bir şey gelirse veya çoktan gelmişse?

Yorganımın içine girdim, anlık olarak gelen soğuktan biraz ürperdim ama hemen alıştım. Düşünmemek, hiçbir duyguya teslim olmamak için telefonumu aldım ve yatağa yan yattım. Annem gelene kadar uyumayacaktım.

Sosyal medyaya ve gelen mesajlarımı kontrol ederken, mıknatıs gibi çeken uykunun o şefkatli, huzur verici kucağına bıraktım kendimi...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 08 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SON DEFAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin