30 mart, perşembe. sen ve arkadaşların elimizden almadan önce kütüphane bizim mekanımızdı. sessiz, sakin ve kimsenin uğramadığı o yerden arkadaşlarınla birlikte ders çalışma bahanesiyle bizi çıkarttınız. ne de olsa üst sınıflardansınız, terk ettik orayı. her teneffüs ve öğle arası kapıdaki minik pencereden içerisini kontrol ediyoruz tayfamla. içerisi boşsa, eğer siz daha gelmediyseniz, maalesef sen henüz yoksan raflarla dolu o odada, biz girelim diye. bugün zil çaldığı gibi fırladım yerimden. arkadaşlarımı beklemedim, kütüphane kapısına ulaşıp parmak uçlarıma çıktım. içeride arkadaşların sigara içiyordu. okulda, öğretmenler odasının karşısında sigara içmek, ne cesaret! elimi minik penceren çektim, duruşumu düzelttim. içeride sen yoktun. sigara kullanmıyor olmalıydın. leş gibi kokan dumanı ciğerlerine gönderen arkadaşlarına acıyor muydun? senin gibi tanrı melezleri böylesine pis, ancak ölümlülerin yapacağı türden işlere bulaşmazlardı. arkadaşlarım yanımda bittiler.
"dolu mu yine?"
"dolu." dedim. "işleri var onların."
arkadaşım anlamadı ama sormadı da. gitmek üzere arkamı döndüm. tüm güzelliğinle bana doğru yürüyorsun. hayır, bana doğru değil. kütüphaneye doğru. hala kapının önünde dikiliyorum. ters ters bakıyorsun bana. yanlış bir şey yapmışım gibi. yine tüm odağım sende, izliyorum bu tarafa gelmeni. arkadaşlarım kolumdan çekiştiriyor. kafamı çeviriyorum ve göz temasımız bozuluyor. bakışlarını hissediyorum. ya da, bilmiyorum, öyle hissetmek istiyorum.
"taehyun gelsene, gitmemiz lazım."
yürüyorum, uzaklaşıyorum yavaş yavaş.
"choi yeonjun."
bana ait olmayan bu isimle arkama dönüyorum.
"o içeride mi?"
bana soruyorsun. sesini ilk kez işitiyorum. tanrılardan geldiğine göre sesinin bile böyle etkileyici olması şaşılacak şey değil. benimle bir diyalog başlatma lütfunda bulunduğunu biraz geç anlıyorum.
"içeride."
kafanı olumlu anlamda sallayıp kapı kolunu kavrıyorsun uzun parmaklarınla. gitme istiyorum. bir kez daha sesini duymama izin ver.
"arkadaş mısınız?"
kafan dağınık gibi, anlamadın ne dediğimi.
"pardon, kiminle?"
sesin çok hoş choi beomgyu.
"choi yeonjun'la."
"neden soruyorsun?"
üzgünüm, yanlış bir şey mi yapıyorum? sadece benimle konuş istiyorum.
"merak ediyorum."
hakkında her şeyi bilmek istiyorum.
"niçin bu merak?"
peki tanrı melezi, nedendir bu kadar sorgulama?
"öylesine."
kapının pervazına yaslanıyorsun. biçimli kaşların biraz havalanıyor.
"öylesine demek?"
sözlerinde inceden bir alay seziyorum. hoşuma gitmiyor. üstüne gidiyorum çünkü üstüme geliyorsun.
"evet, öylesine. evet, merak ediyorum. choi yeonjun'la arkadaş mısın?"
küçük bir tebessüm bahşediyorsun. inci beyazı, büyük ve sıralı dişlerin parlıyor. hoşuna mı gidiyor?
"pek sayılmaz. merakın giderildiyse, choi yeonjun beni bekliyor."
cevabımı beklemeden kapı kolunu indirip gözden kayboluyorsun. gerçi beklesen bile söyleyecek bir şeyim yoktu. gülümsediğin zaman, bana gülümsediğinde, tanrı melezi, göklere yükseldiğimi hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tanrı melezi, taegyu.
Fanfictionyine gelip çalsaydım kapını, daha açmadan kilitler miydin yüzüme? angst.