6. angelic boy

152 26 13
                                    

Aradan birkaç gün geçmişti ve ben şehri tanımak için merkeze inmiştim. Yorulana kadar dolaşmıştım. Burası gerçekten çok büyüktü.

Güzel bir şehirdi, yalan söylemeyeceğim. Ama yine de benim gözümde Daegu bambaşkadı. Doğup büyüdüğüm yer benim için en güzel yerdi.

Yorgunlukla eve dönüyordum. Çok çabuk yorulabilme gibi bir özelliğim vardı ve buna rağmen, bugün iyi bile dayanmıştım.

Mahalleye varana kadar çoktan hava karışmıştı. Eve yaklaştığım için kulaklıklarımı kulağımdan çıkardım. Dolaşırken müzik dinlediğim için hiç sıkılmamıştım.

Evin yolunun üstünde bir markete girip içecek aldım. Marketin çıkış kapısını açıp dışarı çıkacaktım ki yağmurun başladığını gördüm.

Yazın ortasında ne yağmuru böyle? Benim dışarıda olacağım zamanı mı buldu cidden?

Oflayarak marketin kapısının önünde durdum ve yağmura baktım. Yağmuru severdim, ıslanmadığım sürece.

Eve daha en az 5 dakikalık yol vardı. Islanmayı riske alıp eve gitmeli miydim, yoksa yağmurun dinmesini mi beklemeliydim?

Oflayarak marketten dışarı çıktım. Yağmurun dinmesi ne kadar sürerdi bilmiyordum bu yüzden eve gitmek en iyi seçenekti.

Hızlı hızlı yere bakarak yürüyordum, koşup da düşmek istemezdim.

Tam o sırada önümde duran ayaklar gördüm ve birden üstüme yağan yağmur durdu. Biri bana şemsiye tutuyordu.

Kafamı yukarı kaldırıp ona baktım. Beni yağmurdan korumak isterken kendi ıslanıyordu.

Yoon Jeonghan.

Onun ıslandığını görünce gözlerim istemsizce büyüdü. Hiç düşünmeden onu kolundan tutup şemsiyenin altına çektim.

Bu hareketimle hızını alamayıp bana çarpmıştı. Şemsiyeyi tutmayan diğer elini göğsüme yaslamıştı.

Yutkunarak ıslanmış yüzüne ve saçlarına baktım. Bu halde bile nasıl melek gibi görünebiliyordu?

Benim de ondan çok farkım yoktu. Ben de çok ıslanmıştım. Soğuktan mı bilmem, ikimiz de titriyorduk.

Göğsüme yasladığı elinin altında hızla atan kalbimi hissetmemesini umdum ancak bu imkansızdı.

"Seungcheol..." zayıf sesini duyduğumda dünyaya geri dönmüşüm gibi hissettim. Tüm odağımı ona vererek söyleyeceği şeyi bekledim.

"Islanmışsın." Hırkasının kolunu yüzüme yaklaştırdı ve ıslanmış yüzümü kurutmaya çalıştı.

Yüzümdeki elini tuttum. "Sen de..." Neden böyle garip hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Gözlerini hızla kırpıştırdı ve onu tuttuğum elimi çekiştirdi ve yürümeye başladı. İkimizi de şemsiyeyle koruyordu.

Nereye gittiğimizi bile bilmiyordum. Beni yönlendirmesine izin veriyordum.

Birkaç dakika daha yürüdükten sonra onun evine geldik. Beni hızla içeri soktu. Ellerimizi hiç ayırmadan merdivenlerden yukarı çıktık.

Onun odasına girerken sonunda konuşabilme kabiliyetimi geri kazanmıştım. "Beni neden evine getirdin?"

Odanın ortasında ayakta dururken bana döndü ve ellerimizi ayırdı. Ben ayrılmış ellerimize bakarken o sessizce konuştu.

"Yağmur yağıyor ve ıslandın."

İstemsizce gülümsedim. "Jeonghan, evim birkaç metre ötede."

Gözlerini yerden çekerek gözlerimle birleştirdiğinde hafif bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Ah, unutmuşum."

Gözlerinin içine bakarak tatlılığına daha çok gülümsedim. Gözlerini önce kıvrılmış dudaklarıma sonra yanaklarıma çevirdi.

Şaşkınlıkla ağzını ve gözlerini kocaman açtı. "Oha! Gamzen var!"

Onun sözleriyle daha çok güldüm ve açıkçası biraz utanmıştım. Gamzem olduğunu öğrenen sayılı kişilerdendi.

Gözlerini kısarak gözlerime baktı. "Daha önce gamzeni görmemiştim. Hiç gülmediğin için tabii."

Söylediğinde haklıydı. Dudaklarımı büzerek omzumu silktim. Gözlerinin bir saniyeliğine büzdüğüm dudaklarıma kaydığını gördüm. Gülmemek için yanağımın içini ısırdım.

"Kimse beni güldürmüyor maalesef." dedim sahte bir sitemle.

Gözlerini devirip kıyafet dolabına yürüdü. "Duvar gibiyim demiyor da..."

Kendi kendine söylenmesine hafifçe güldüm ve onu izlemeye devam ettim.

Dolabından iki tane tişört çıkardı. Birinin benim için olduğu anlayınca kalbim, içinde at varmış gibi atmaya başladı.

Bana yaklaşıp tişörtü verdi. İtaatkar bir şekilde tişörtü aldım. "Bu sana olur, en büyüğü bu. Malum biraz irisin." Dediği şeyle daha çok güldüm.

Üstümü değiştirecektim değiştirmesine ancak karşımda durmuş bana dik dik bakıyordu. Biraz arsız biri sanırım.

"Yanında mı giyineceğim? Vücudumu görmek istiyorsan açıkça söyleyebilirsin Jeonghan, utanma." dedim ve gülerek ona göz kırptım.

Gözlerini kocaman açtı ve kapıya doğru yüzü bana dönük şekilde yürümeye başladı. "Terbiyesiz. Hiç ahlak da kalmamış. Tch tch!"

Odadan dışarı çıkıp kapıyı hızla kapattığında üstümü değiştirmeye başladım. O sırada hâlâ gülüyordum. Bugün ne kadar çok gülmüştüm, neyim vardı benim böyle?

İşimi bitirdiğimde kapıyı açıp dışarı çıktım ve tam da o sırada yan odadan çıkan Jeonghan ile çarpıştım.

Refleksle kolumu onun beline sarıp düşmesini engelledim. İncecik beline. O da ani bir refleks ile ellerini omzuma koymuştu.

Derin bir sessizlikle neden bakıştığımızı anlamamıştım ama gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdığı gözlerinden, hızlı hızlı aldığı nefesler ile titremesinden, hafif açtığı dudaklarından alamıyordum. Çok yakındık. Yüzlerimizin arasında birkaç santimetre vardı yalnızca.

Birkaç saat gibi gelen saniyeler sonrasında kızarmış yanaklarıyla ellerini omzumdan çekti. Ben de mecburen onu bırakmak zorunda kaldım.

"Pardon, odadan hızla çıkınca çarptım sana biraz yani çok pardon özür dilerim." dedi sessizce.

Hiçbir şey diyememiştim. Sadece onu izliyordum. Utançtan fısıldayan sesi, kızarmış yanakları, gözlerimle buluşturamadığı gözleri, saçlarını kulağının arkasına atan bembeyaz elleri.

Nefesimin kesildiğini hissediyordum. Neden böyle hissediyordum? Bayılacakmış gibi hissetmemi sağlayan şey neydi?

Kuruyan dudaklarımı hafifçe ıslatarak bir adım geri attım. Bana meraklı bakışlarla bakmaya çalışırken "Şey, ben gitsem iyi olacak. Yağmur dinmiştir herhalde. Yani, evet, dinmiştir. Gideyim ben. Görüşürüz, başka zaman. Gidiyorum." dedim.

Yüzüne bir kez daha bakamadan merdivenlerden resmen koşarak indim. Hızla kapıyı açıp dışarı attım kendimi.

Yağmur dinmişti gerçekten de. Koşarak evime gittim. Evet, koşarak. Annemlerin bana seslenmelerini umursamadan odama koştum ve kapıyı kapatıp ona yaslandım.

Hızla inip kalkan göğsüme titreyen elimi koydum. Pekâlâ, bu kadar atması normal değildi.

Kafamı biraz sert bir şekilde kapıya çarptığımda bile kendime gelmiş değildim. Tek düşündüğüm Jeonghan ve bana hissettirdikleriydi.







Cheol asik oluyo sankim 🤭🤭😙
(Jeonghan da asik olunmicak gibi degil ki🎀👅💞)

our dawn is hotter than day | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin