"Hayat sanatı taklit eder, sanatın hayatı taklit etmesinden daha çok."
Bu sözü söyleyen Oscar Wilde, Walter'ın sanat okulunu görse gözleri yaşarırdı herhalde.
Apollon Güzel Sanatlar Okulu.
Okulun mermer taşlarının üzerine yazılmış ismi buydu.
Binası bir Antik Roma tapınağının kopyasıydı. Girişinde mermer sütunları ve onların tepesine de figürler oyulmuştu. Figürlerin ortasında okulun ismi yazıyordu. Okulun her iki yanında da metrelerce yükseklikteki Apollon heykelleri bulunuyordu. Sütunların arkasında kalan kapısının yanlarına koyulmuş ve içinde alevler yanan mermer kadehlerle burası bana New Moon Tarihi Müzesini hatırlatıyordu. Ancak orası o kadar tapınak gibi durmasa da burası boyutuyla genişliğiyle tam bir tapınaktı.
"Tıpkı New Moon Tarihi Müzesine benziyor." dedim Hamlet'ten indiğimde. Walter güldü. "O eski görsel sanatlar okulunun mimari fikrini kim verdi zannediyorsun? Alex'in o neredeyse bizi ortaya çıkartacak resminin de o müzede olduğunu hatırlıyorum."
Ah, evet. Nasıl unutabilirdim ki o tabloyu?
"Neredeyse sizi ortaya çıkaracak mı?"
Enheduanna'nın sırtından inerek tapınak-okula doğru çıkan merdivenlerden çıkmaya başladı. Arkasından takip etmeye başladım. Matilda yolu yarıladığımızda bir işi olduğunu söyleyip Boudica'yla ayrılmıştı.
"Alex'in asla anlayamacağım bir şekilde insanlarla iyi anlaşan bir yaratılışı var. Onlarla arkadaş olmaya, takılmaya bayılır. 17.yüzyılın başlarına kadar ne kadar uyarı yapsak da bunları hiç aldırış etmeyip neredeyse tüm dünyayı gezip insanlarla tanışıp birçoğuyla samimiyet kurdu. 1600'lerde dersini aldı tabii ama yine de Son Hilal'e kadar devam etti her ne kadar artık daha tedbirli olsa da ama yine de..."
"Ne oldu ki?"
"13.yüzyıldan kalma kıyafetlerle 17.yüzyılın Londra sokaklarında dolaşıyordu. 1600'lerde artık şövalyeler kalmasa bile kendini şövalye olarak tanıtıyordu. Zaten o zamanlar cadı avları uçup gidiyordu bir de Alex'ten de şüphelenmeye başlanmışlardı. Bir büyücü olduğundan şüpheleniyorlardı ki aslında büyücü diye de bir şey yoktur. Alex'in bir İtalyan ressamla tanışmasıyla da işler iyice çığrından çıktı. Onun portresi o kadar konuşuluyordu ki onu bir büyücü olduğuna kesin gözüyle bakmaya başlamışlardı. Neyse ki sonunda aklı başına gelip esir düşmeden hemen Luna'ya geri döndü. Ve bir yüzyıl boyunca da insanların arasına karışmadı. Bu olayla hem bizi hem kendisini yakacaktı neredeyse."
Mermer sütunların arasından geçip okulun içine girdik. Ve adeta şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Çünkü her ne kadar okul dıştan tam bir Roma tapınağını andırsa da içerisinin bir tapınakla hiçbir alakası yoktu. Yani tabii ki de burasının bir sanat okulu olduğunu biliyordum. Sanırım bu kadar tapınağa benzeyen bir yapının içerisinde en azından on bir buçuk metre yüksekliğinde bir Athena Parthenons görmeyi bekliyordum sadece. (Sonradan öğreneceğim bir bilgiyle de zaten kayıp olan orijinal Athena Parthenons da buradaki heykelcilik bölümünde bulunuyormuş.)
Lobi gibi duran girişin duvarları kahverengi kaplamaydı. Çember şeklindeki odanın duvarların önüne sırayla Olimposluların heykelleri dizilmişti. Yarım bir çember oluşturan tanrı ve tanrıçaların soldan sağa doğru sıralanışı şöyleydi: Baküs, Minerva, Vulcan, Venüs, Diana, Plüton, Jüpiter, Juno, Neptün, Apollon, Mars, Merkür, Ceres, Vesta.
Belirli aralıklarla konmuş bu heykeller yarım bir çember oluşturuyordu. Olimpos'un kral ve kraliçesi Jüpiter ve Juno tam ortada duruyorlardı. Olimpos heykellerin bu görüntüsü sanki her an bir toplantı yapacaklarmış havası veriyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGELER ORKESTRASI
Fantasyİngiltere'nin New Moon Hollow adlı bir kasabasında yaşayan on altı yaşındaki Ophelia, okuluyla birlikte gittiği müze gezisinde yaşanan bir olayla kendini tarihin, sanatın ve sihir olaylarının içinde bulur. Gölgeler Orkestrası, ruhların sessiz ağıtıy...