Masmavi gökyüzünde bulutlar yüzen balıklar gibi görünürken küçük evimizin verandasından hızlı adımlarla ayrıldım. Koyu kahverengi botlarımın dün akşamdan kalma çamurları hâla üzerinde duruyordu. Hızlı adımlarla tepeden ayrıldım, tepenin yamacında bir ses duydum.
-Heylin, çok geç kalma tatlım.
Bu annemdi. Ona el sallayarak
-Tamam.
Diye bağırdım. Yeni bir tören günü gelmişti. Sonunda sokaklardan geçerek terk edilmiş 8. Batı kulesine vardım. Dikkatlice merdivenlerden çıktım. Buraya her geldiğimde dejavu hissediyordum. Kulenin tepesine çıkıp taş duvarlardan birime yaslandım. Eskiz defterimi ve kalemimi elime aldım. Sayfaları çevirirken daha önceden çizdiğim çocuğun resimlerini gördüm. O günden sonra o çocuğu bir daha görmemiştim. Kim bilir şu an neredeydi. Bu konuyu boş verip güzel manzaranın resmini çizmeye koyuldum.
●
●
●
Tanrı'nın yoldaşları sonunda sayım yapmaya başlamış. Josef İtella 3521 iyilik, 4672 kötülük. Oscar Pollers 2058 iyilik, 24611 kötülük... Heylin Moona 3789 iyilik, 1147 kötülük... Tanrı ve yoldaşları böyle böyle sayım yapmışlar. Tanrı en sonunda kararını verdiğini açıklamış. Karar verdiği kişi Heylin Moona'imiş. Melekler işe koyulmuş güzel kızı bulunduğu yerde uyutmuş, onu Tanrının yanına getirmişler. Tanrı kalbinden bir parça koparmış. Kaynar su kadar sıcak, altın kadar gösterişli şeye melekler aynı bir oyun hamuru gibi şekil vermiş. Onu bir kalp yapmışlar. Kızın bedenini yarıp kalbini dikkatlice çıkarmış yerine yeni kalbi takmışlar.
●
●
●
Gözlerimi açtığımda gökyüzü çoktan kararmış evlerin içinden gelen ışıklar etrafı sarıyordu. Bu güzel manzaranın içindeki dolunay ise bütün gücüyle parlıyordu. Hava soğumuş, haliyle de üşümüştüm. Yarım kalan resmimi bırakıp toparlandım. Hava gercektende soğuktu. Sokakları sıcak evimin hayalini kurarken hızlı adımlarla yürüyordum.Tepenin yamacına gelmiştim. Kuru toprak patikadan tepeye çıkıyordum. Bir anda gözlerime inanamadım. Evimiz, evim... yanıyordu. Sanki biri ayak tabanlarımı yere yapıştırmıştı. Onlara ne kadar koş desem de hareket etmiyorlardı. Bedenimdeki tek bir kası bile oynatamıyordum. Derken yanağımda soğukluk hissettim. Ben ağlıyordum. Arkamı döndüm. Sokaklara binalara doğru.
_Yardım edin! Yardım edin!
İnsanlar dışarıya çıkmaya başladı. Yanan evi görünce kovalar getirdiler. Kovaları tepeye taşımaya başladılar. Annem, Abim... hâla içerdeler miydi? Sonunda ayaklarım hareket etti. Yanan evime doğru koşarken iki el beni belimden yakaladı. Buruşmuş ve bir çok yerinde yarası olan eller. Bunlar yaşlı bir kadının eleriydi. Beni sımsıkı tutuyordu. Koşmak evime girip onlara bakmak istiyordum. Kadın yaşlı olmasına rağmen fazlasıyla güçlüydü. Yalvardım.
-Bırak beni! N'olur bırak beni!
Çığlıklarım etrafta uçuşuyordu. Tüm güçümü kullanarak kadının ellerinden kurtulmaya çalışsam da kadın biraz bile sarsılmadan beni tutuyordu.
En sonunda kadının dudaklarının ucu kulağıma değerken kadın-Her şeyin karşılığı var.
Dedi ve ellerini açtı. Afallayarak yere düştüm. Kadına bakmak için arkamı döndüğümde kadın orada değildi. Tekrar eve baktığımda yangın sönmüştü. Geriye bir tek yanmış evin iskeleti kalmıştı. Sendeleyerek ayağa kalktım. Vücudum titriyordu. Evin yanmış kapısının arkasında iki ceset görmeye hazır değildim. Hemde hiç.
Eskiden hoplaya zıplaya geçtiğim veranda şimdi simsiyah is ile kaplıydı. Verandadan geçtim. Kapıyı yavaşça itim. Kapı kilidi metalik bir sesle yere düştü. Kapı ardına kadar açıldı. Oradaydı. Mutfak masasının hemen yanında annemin yanmış bedeni duruyordu. Pis bir koku burnumu ele geçirdi. Kül, is ve... yanık et kokusu. Annemin hemen yanında Abim vardı. O da annemden iyi vaziyette değildi. Yanaklarımda yine soğukluk hissettim. Tekrar ağlıyordum ama bu sefer ardı ardına göz yaşlarım akıyordu. Sanki bir yağmur gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrı'nın Kalbi
Fantasy"Bir kuş kadar özgür olmayı düşledim hep ama hedeflerime giden yollarda prangalar eşlik etti bana." Özgür olmayı herkes düşler, herkes kendini özgür sanar ama sadece pranglarını açabilecek kadar cesur olanlar özgür olur. Heylin sıradan bir köylü kız...