4. İlk Damla

11 2 0
                                    

Suya düşme sesleri ile gözlerim aralandı. Kılıçların pürüzlü metalleri sürekli birbirlerine çarpıyor, kulak çınlatıcı sesler çıkarıyordu. Gözlerimi tamamen araladığımda nerede olduğumu hatırlamıştım. Hızlıca dikeldim. O, hizmetkarlarla kılıç dövüşü yapıyordu. Aynı anda üç tanesini alt edip bedenlerini odanın zeminindeki kan gölünün içine düşünüyordu.

Aklımda binlerce soru debelenip cevaplarını bulmak için çırpınırken cevapların beklemesi gerektiğine kanaat getirdim. Ona yardım etmeliydim.

Ayağa kalktım ama attığım birkaç adımda tekrar yerdeki kanın içine düştüm. Ayaklarımı hissetmekte zorlanıyordum. Onun arkasından birkaç hizmetçinin yaklaştığını görünce kalkmaktan başka çarem yoktu.

Ya burada ölecektim ya da burada hayatımı ortaya koyarak savaşacaktım. Her bir göz yaşım her bir kan damlam uğruna burada ölmeyip savaşacaktım!

Kanın içinden yalpalayarak kalktım. Sunak masasının yanında içinde ne olduğu belirsiz şişelerin bulunduğu raflı ve tekerlekli masalara doğru koştum. Elime geçirdiğim iki şişeyi hizmetkarların ensesine attım. Şişeler enserlerinde parçalandı. Hizmetkarlar yerdeki kan gölüne daha fazla kan eklerken o bana doğru döndü. Elimdeki şişeleri ve hizmetkarları görünce dudakları hafifçe kıvrıldı. Sonra önüne dönüp diğerlerini savuşturmaya devam etti. Geri geri yürüyerek yanıma geldi.

-Onlar çok garip.

-Evet, fark etmene sevindim. Onlarla iletişime geçmeye çalıştım ama sanki düşünmüyorlar, hissetmiyorlar.

-Gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yok. Sanki... Beyinleri yıkanmış!

-Buradan acilen çıkmalıyız. Aksi taktirde gelecek destek ekipleri ile savaşmadan kalbimize kılıçlarını geçirmiş olacaklar.

Etrafa bakındım. Çıkabileceğimiz en yakın pencere zeminden üç metre yukarıdaydı ve odada bulunan tek kapıda silahlı hizmetkarların arkasındaydı.

Elimdeki son şişelerinde birilerinin kafasına attıktan sonra ona döndüm.

-Beni yaklaşık ne kadar süre kollayabilirsin?

-Beş dakikadan az üç dakikadan çok.

Tavandaki avizeler baktım.

-Kısaca dört desene.

Öne doğru atıldı ve hizmetkarların arasına girmeden önce bana son bir şey söyledi.

-Dört, en nefret ettiğim sayıdır.

Masalara döndüm. Şişeleri aldığım masaların altındaki tekerlekleri ayağımla kırdım. Masaların sabit durması bizim lehimize olacaktı. Masallardan birini sunak masasının üzerine koydum. Ardından da diğerini çıkardım. Kendimce bir merdiven yapmıştım. Masaların üzerine çıktım.

Parmak uçlarım avizeye değiyordu. Sallanan avizede neredeyse bitmek üzere olan mumlardan parmaklarıma biraz mum değdi. Acı içinde tısladım. Bunla da kalmadı. Parmak ucuna çıktığımda daha da sallanan avizeden damlayan mum yanağıma düştü. Acı bir çığlık dudaklarımın arasından süzülü verdi. Bana dönüp iyi olup olmadığımı sorarmışcasına baktı. Kafamı hafifçe sallayarak iyi olduğumu söyledim.

Artık başarmam lazımdı. Masanın üzerinde hafifçe zıpladım. Avizenin bağlı olduğu zinciri en sonunda yakalamıştım. Başarının verdiği küçük his ile dudaklarımın ucu hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Kendimi yukarı doğru çektim ve avizenin üzerine çıktım. Zihnimde dolanan tek şey avizenin beni ve onu taşıması için ettiğim dualardı.

-Buraya gel.

Bana doğru dönmeden önce kılıcını son kez öne doğru savurdu. Masalara doğru koştu ve hızla tırmanmaya başladı. Yanan mumları ayaklarımla söndürdüm ve ona elimi uzattım.

Tanrı'nın Kalbi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin