1. Bölüm: Vanilya

27 2 4
                                    


İnsanlar doğduğunda bembeyaz olurlar. Minik bir bebeğin tertemiz kokması gibidir bu. Büyüdükçe kirlenir düşünceler. Büyüdükçe kirlenir bembeyaz kalpler. Hiç kimse bembeyaz kalmaz. Ve insanlar öldüğünde arkasında bıraktıkları renkler bir sanattır. Bazen ise onlardan kalan tek renk simsiyahtır.

Beyaz en sevdiğim renkti benim. Kimine göre saflığı, masumiyeti temsil ederdi. Ama öyle değildi. Beyaz bence ölümü temsil ediyordu. İçine her rengi katıyor ve onları taşıyordu. Üzerindeki renkleri sonsuza kadar taşımaya devam ediyordu.

Acının rengi ise siyahtı bana göre. Kalbimdeki acıyı görmemek için, bedenimdeki acıyı hissetmemek için gözlerimi kapatırdım ben. Acı çekerken tek gördüğüm sonsuz bir karanlıktı.

Sonsuz bir hayat vardı. Rengarenk bir hayat. Sokaklar, denizler, rengarenk ışıklar, ağaçlar, kumsallar, evler, dükkanlar... Bunların ortasında bembeyaz kalbimizi renklere boyuyorduk. Ve bu hayatın başka bir görünümü vardı. Göz kapaklarımızın ardındaydı bu görünüm. Gözlerimizi kapattığımızdaki sonsuz karanlık da bizim dünyamızın bir görünümüydü.

Belki de gerçek hayatı gözlerimizi kapattığımızda görüyorduk.

Gözler. İnsanların gözlerine çok dikkat ederdim. Renkli bir yuvarlak beyazın üzerinde süzülüyordu yavaşça. Dünyayı görüyorlardı. Gözlerini açtıklarında benim gördüklerimi onlar da görüyordu. Ama gözlerini kapattıklarında ne görüyorlardı? Onlar da benim gibi gözlerindeki karanlıkta geçmişlerini mi taşıyorlardı?

Saçlar. İnsanların saçlarına çok dikkat ederdim. Saçlar özellikle bir kızın her şeyi olurdu. Bir kızın saçları onu gösterirdi. Çocukluğuna, anılarına tutunurdu saçları. Kısa saçlar yakardı en çok canımı. Bir makasla kopup gitmiş anılar geçerdi gözlerimden.

Eller. İnsanların ellerine çok dikkat ederdim. O eller nasıl acılara tutunmuştu? O eller hiç kana bulanmış mıydı? O eller nelerle kirlenmişti? O eller kimlere uzanmış, kimlere tokat atmıştı? Merak ederdim.

Yeşildi benim gözlerim. Yeşil bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Ağaç evime çıkıp okuduğum kitapları, yaktığım vanilyalı tütsüleri, sallandığım salıncağı, etrafı izlediğim kırık dürbünümü, yırtık günlüğümü, kopmuş pelüş ayıcığımı hatırlatırdı bana yeşil. Onlar şahitti. Anılarıma, yaşadıklarıma, çocukluğuma yeşil şahitti.

Yorgun yeşil gözlerim önümde duran mezarda gezindi. Bu ilk miydi? Hayır. Bu son muydu? Hayır. Ama canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. İlk gün ki gibi yanıyordu canım.

Ruhum bir kafese hapsolmuştu. Kafesin etrafına led lambalar dolanmıştı. Bir karanlığa bırakılmıştı. Etrafımdaki ışıkları hep yıldız sanmıştım ben. Karanlığı gökyüzü zannetmiştim.

Küçük bir kız çocuğunu nasıl kandıracaklarını biliyorlardı. Fakat ben artık kız çocuğu değildim. Ve koca bir adamı nasıl kandıracağımı biliyordum.

Bir kukla gibiydim. Ne derlerse yapmıştım. Yaptıklarım beni bir cehenneme sürüklemişti. Ancak onlar cehennemde bile beni kullanmaya devam etmişti. Fakat ben o kukla değildim. Ben o cehennemin kendisiydim. Ve alevlerimin onları yakmasına izin verecektim. Kendi alevlerimin beni yaktığı gibi.

"Vanilya..." Fısıltım cennetten kovulmuş en güzel nimetlerden biriydi. "Ben geldim. Buradayım." Kuruyan dudaklarım titriyordu. Sesim kuru ve soğuktu. Gözlerime dolmasına izin vermediğim yaşları bastırmaya devam ettim.

Yavaşça mezarın soğuk mermerinin üzerine oturdum. Dizlerim soğuktan daha çok titredi. Parmaklarımı kurumuş toprağın üzerinde gezdirdim. Cennetin kayıp haritasıydı bu toprak. Kurumuş topraktaki çatlaklar o kadar fazlaydı ki ruhumu yakıyordu.

VanilyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin